Skip to main content

Yazar: Aktay

KVKK Uyum Çalışmaları ve Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun (“Kanun”) 7 Nisan 2016 tarih ve 29677 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanun ve ilgili mevzuatın iyi anlaşılması yükümlüklerin tam ve eksiksiz şekilde yerine getirilmesi için önem taşımaktadır. İlgili mevzuat hükümlerinin yürürlüğe girmesinden bu yana Kişisel Verileri Koruma Kurulu (“Kurul”) farklı sektörlerden gelen pek çok dosyayı karara bağlayarak yüksek idari para cezası uygulamıştır. Bu açıdan mevzuattaki değişikliklerin yanı sıra Kurul ve Avrupa otoriteleri tarafından verilen kararların yakından takip edilmesi, karşılaşılabilecek cezaların en aza indirilmesi için büyük önem taşımaktadır.

Bu bilgi notunda, farklı sektörden pek çok müvekkilimiz için yaptığımız çalışmaları baz alarak, sizlere kolaylık olması açısından KVKK uyum çalışmaları hakkında genel bir bilgi notu ve dikkat edilmesi gereken hususları ele aldık. Kişisel Verileri Koruma Kurumu’nun (“Kurum”) en son 26 Haziran 2020 tarihinde yayınladığı Aydınlatma Yükümlülüğünün Yerine Getirilmesi Hakkında Kamuoyu Duyurusunu da dikkate alarak bilgi notumuzu güncelledik.

Son olarak Kurul’un 23 Haziran 2020 tarihli ve 2020/482 sayılı Kararı ile Veri Sorumluları Siciline (“VERBİS”) kayıt yükümlülüğünün

  • Yıllık çalışan sayısı 50’den çok veya yıllık mali bilanço toplamı 25 mln TL’den çok olan veya yurtdışında yerleşik gerçek ve tüzel kişi Veri Sorumluları için 30 Eylül 2020 tarihine,
  • Yıllık çalışan sayısı 50’den az ve yıllık bilançosu 25 mln TL’ den az olup ana faaliyet konusu özel nitelikli kişisel veri işleme olan gerçek ve tüzel kişi Veri Sorumluları için 31 Mart 2021 tarihine

kadar ertelendiğini hatırlatmak isteriz. Herhangi bir soru veya sorununuz olması halinde bizimle iletişime geçmekten çekinmeyiniz.

  1. KVKK GENEL BAKIŞ

1.1. İlgili Mevzuat

Kısaca özetlemek için, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve KVKK uyum politikası oluştururken göz önünde tutulması gereken ilgili mevzuatı (“KVKK Mevzuat”) şu şekilde sıralayabiliriz:

  • 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun[1]
  • Kişisel Verilen Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik[2]
  • Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik[3]
  • Veri Sorumlusuna Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ[4]
  • Aydınlatma Yükümlülüğünün Yerine Getirilmesinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ[5]
  • 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu[6] (“TCK”); ve
  • Kişisel Verileri Koruma Kurulu Kararları.

1.2. KVKK Tanımlar ve Genel Yükümlülükler

Kişisel veri Kanun’un 3. maddesi 1. fıkrası (d) bendi kapsamında kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi şeklinde tanımlanmıştır. Kişisel verilerin işlenmesi ise 3. maddenin 1. fıkrası (e) bendi uyarınca “kişisel verilerin tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla elde edilmesi, kaydedilmesi, depolanması, muhafaza edilmesi, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi, açıklanması, aktarılması, devralınması, elde edilebilir hâle getirilmesi, sınıflandırılması ya da kullanılmasının engellenmesi gibi veriler üzerinde gerçekleştirilen her türlü işlemi” ifade etmektedir. Dolayısıyla KVKK Mevzuatına tabi kişisel verilerin kapsamı oldukça geniş tutulmuş ve gerçek bir kişiye ait herhangi bir veri üzerinden yapılan herhangi bir işlem kişisel verinin işlenmesi sonucunu doğurmuştur.

Bu tanımlara ilaveten, Veri Sorumlusu aynı maddenin (ğ) bendi kişisel verilerin işleme amaçlarını ve vasıtalarını belirleyen, veri kayıt sisteminin kurulmasından ve yönetilmesinden sorumlu olan gerçek veya tüzel kişiyi ve Veri İşleyen aynı maddenin (i) bendinde Veri Sorumlusunun verdiği yetkiye dayanarak onun adına kişisel verileri işleyen gerçek veya tüzel kişiyi ifade etmektedir. Bu iki tanım yoluyla Veri Sorumlusu ile veri işleyen arasında bir ayrım yapılmış ve Veri Sorumlusunun veri işleyenden farklı olabilmesine imkân tanınmıştır. Ancak ülkemizde genel olarak Veri Sorumlusu ile veri işleyen sıfatlarının aynı veri işleyen tüzel kişiyi ifade ettiği görülmektedir.

Bu açıdan Veri Sorumlularının genel olarak KVKK yükümlülüklerini aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

  • Kanun’un 4. maddesinde sayılan genel ilkelere uygun olarak kişisel verilerin işlenmesi ve bu amaçla kişisel verilere ilişkin “KVKK politikası” oluşturulması;
  • Kanun’un 5. maddesi uyarınca “Açık rıza beyanı” alınması gereken hallerde ilgili kişilerden rıza alınması;
  • Veri Sorumlusunun Kanun’un 10. maddesi uyarınca “Aydınlatma yükümlülüğünü” yerine getirmesi;
  • Veri Sorumlusunun Kanun’un 12. maddesi uyarınca veri güvenliğine ilişkin tüm tedbirleri alması;
  • İlgili KVKK Mevzuat hükümleri uyarınca şartları taşımaları halinde “Veri Sorumluları Sicil Bilgi Sistemi’ne (“VERBİS”) kayıt” yapılması;
  • İlgili KVKK Mevzuat hükümleri uyarınca “Kişisel Veri İşleme Envanteri” ve “Kişisel Veri Saklama ve İmha Politikası” oluşturulması; ve
  • Saklama süresi sonunda verilerin usulüne uygun olarak silinmesi, yok edilmesi veya anonim hale getirilmesi.
  1. KVKK UYUM ÇALIŞMALARI

2.1. KVKK Uyum Metinleri

KVKK mevzuatının yayınlandığı 2016 tarihinden bu yana KVKK uyum çalışmaları kapsamında (i) KVKK ve Gizlilik Politikası, (ii) Açık Rıza Beyanı, (iii) Aydınlatma Beyanı, (iv) Başvuru Formu, (v) Kişisel Veri Saklama ve İmha Politikası ve (vi) Kişisel Veri İşleme Envanteri bir KVKK uyum metinleri seti olarak hazırlanmıştır. Bu kapsamda özellikle bu metinlerin hazırlanması ve güncellenmesi hususlarında nelere dikkat edilmesi gerektiği ile ilgili aşağıdaki açıklamalarımızdan faydalanabilirsiniz.

2.2. Kişisel Verilerin İşlenmesi Şartları – Açık Rıza Beyanı ve Özel Nitelikli Kişisel Veriler

KVKK Mevzuatı kapsamında kişisel verilerin işlenme şartlarına ilişkin kaideler Kanun’un 5. maddesinde düzenlenmiştir. Kanun 5. maddesinin 1. fıkrasında kişisel verilerin ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemeyeceği belirtilmiştir. Maddenin devamında ise ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın kişisel verilerinin işlenebileceği haller şu şekilde sıralanmıştır:

  • İlgili kişinin açık rızasının varlığı,
  • Kanunlarda açıkça öngörülmesi,
  • Fiili imkânsızlık nedeniyle rızasını açıklayamayacak durumda bulunan veya rızasına hukuki geçerlilik tanınmayan kişinin kendisinin ya da bir başkasının hayatı veya beden bütünlüğünün korunması için zorunlu olması,
  • Bir sözleşmenin kurulması veya ifasıyla doğrudan doğruya ilgili olması kaydıyla sözleşmenin taraflarına ait kişisel verilerin işlenmesinin gerekli olması,
  • Veri Sorumlusunun hukuki yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için zorunlu olması,
  • İlgili kişinin kendisi tarafından alenileştirilmiş olması,
  • Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması,
  • İlgili kişinin temel hak ve özgürlüklerine zarar vermemek kaydıyla, Veri Sorumlusunun meşru menfaatleri için veri işlenmesinin zorunlu olması.

Sayılan bu haller hukuka uygunluk halleri olup Kanun’da sınırlı sayıda sayılmışlardır. Veri Sorumlusu kişisel verileri yukarıdaki hukuka uygunluk hallerinden birisinin varlığı halinde açık rıza alınmasına gerek duymadan işleyebilecektir. Fakat bu hallerin varlığı hususu iyi değerlendirilmelidir. Şöyle ki, 7 Kasım 2019 tarih ve 2019/331 No’lu Kurul kararında Kurul, şikâyette bulunan ilgili kişinin bir Sigorta şirketi tarafından açık rızası alınmadan sigortacılık faaliyetleri konusunda aranması ile ilgili şikâyet üzerine incelemede bulunmuştur. Buna göre, şikâyetçinin kişisel verilerine kendisi tarafından daha önce alenileştirilen internet sitesinden ulaşılmış olsa dahi söz konusu kişisel verinin, sigorta şirketi tarafından ilgili kişinin internet sitesinden alınıp işlenmiş olmasına rağmen, ilgili kişisel verinin alenileştirme amacı dışında sigortacılık faaliyetleri için işlenmesini ihlal kapsamında değerlendirilmiş ve ilgili sigorta şirketine 100.000 TL idari para cezası uygulanmıştır.

Kanun kişisel verilerin bir kısmını ise özel nitelikli kişisel veri olarak nitelendirmiştir. Özel nitelikli kişisel veriler öğrenilmesi halinde ilgili kişi hakkında ayrımcılık yapılmasına veya mağduriyete neden olabilecek nitelikteki kişisel verilerdir ve Kanun’un 6. maddesinde şu şekilde sayılmışlardır: “kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik veriler”. Maddede özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesi açık rıza şartına bağlanmışsa da sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel verilerin işlenmesi ile bunlar dışındaki özel nitelikli kişisel verilerin, açık rıza olmaksızın işlenebileceği haller farklı düzenlenmiştir. Buna göre, özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesi, ilgili kişinin açık rızası dışında aşağıdaki hallerde mümkündür:

  • Sağlık ve cinsel hayat dışındaki özel nitelikli kişisel veriler, ancak kanunlarda öngörülen haller,
  • Sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler, ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından işlendiği haller.

Öte yandan özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesi için verilen açık rızanın da “belirli bir konuya ilişkin olması”, “rızanın bilgilendirmeye dayanması” ve “özgür iradeyle açıklanması” şeklinde üç şartı bulunmaktadır. Bu husustaki 25 Mart 2019 tarih ve 2019/81 sayılı ve 31 Mayıs 2019 tarih ve 2019/165 sayılı Kurul kararlarına göre veri işlemek üzere verilen açık rızanın geçerli olması için:

  • Açık rızanın öncelikle belirli bir konuya ilişkin ve o konu ile sınırlı olarak verilmesi gerektiği,
  • Veri Sorumlusu tarafından açık rıza beyanının hangi konuya ilişkin olarak istenildiğinin açıkça ortaya konulması gerektiği,
  • Açık rıza bir irade beyanı olduğundan, kişinin özgür bir şekilde rıza gösterebilmesi için, neye rıza gösterdiğini de bilmesini zorunlu olduğu, kişinin sadece konu üzerinde değil, aynı zamanda rızasının sonuçları üzerinde de tam bir bilgi sahibi olması gerektiği, bu sebeple, bilgilendirmenin, veri işleme ile ilgili bütün konularda açık ve anlaşılır bir biçimde gerçekleştirilmesi ve mutlaka verinin işlemesinden de önce yapılması gerektiği, diğer yandan, açık rızanın geçerlilik kazanabilmesi için kişinin yaptığı davranışın bilincinde ve kendi kararı olması gerektiği, aksi durumlarda, kişinin iradesini sakatlayacak cebir, tehdit, hata ve hile gibi hallerde açık rıza da sakatlanacağından kişinin özgür biçimde karar vermesinden de söz edilemeyeceği

belirtilmiştir.

Belirtmemiz gerekir ki yukarıda atıf yapılan kararda da belirtildiği gibi herhangi bir ürün ve/veya hizmetin sunumunun açık rıza ön şartına bağlanmaması gerekir. Bunun yanında, yapılan seçimin sonuçları, kişisel veri sahibinin seçim özgürlüğünü etki altında bırakıyorsa, bu durumda rızanın özgürce verildiğini söylemek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla Veri Sorumlularının işledikleri özel nitelikli kişisel verilere ilişkin ilgililerden alacakları açık rızalarda yukarıda sayılan şartlara uymalarının zorunluluğu unutulmamalıdır.

Zaman zaman özel nitelikli kişisel verilerin işlendiği durumlarda metinlerde, Kanun’un 6. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen “sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak (i) kamu sağlığının korunması, (ii) koruyucu hekimlik, (iii) tıbbî teşhis, (iv) tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, (v) sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir.” ifadesine yer verilmektedir. Her ne kadar Kanun’un bu maddesinden doğrudan alıntı yapılarak sağlık ve cinsel hayata ilişkin özel nitelikli kişisel verilerde açık rıza alınmayabileceği belirtilse, bu istisnanın ilgili olduğu ölçüde kullanılabileceği ve bu kapsam dahilinde herhangi bir veri işlemeyen şirketlerin aynı atfı kullanmasının yanlış yönlendirici olabileceği kanaatindeyiz.  Özel nitelikli kişisel verilere ilişkin mutlaka açıkça hangi özel nitelikli kişisel verilerin işlendiğinin belirtilmesi ve bunlar için açık rıza alınıp alınmadığının vurgulanması faydalı olacaktır.

2.3. Aydınlatma Beyanı – İlgili Kişilerin Bilgilendirilmesi Yükümlülüğü

KVKK uyum çalışmaları denilince en çok bilinen metin Aydınlatma Beyanıdır. Kanun’un 10. maddesi, aydınlatma beyanında yer alması gereken asgari unsurları belirtmiştir. Buna göre, kişisel verilerin elde edilmesi sırasında Veri Sorumlusu veya yetkilendirdiği kişi, ilgili kişilere;

  • Veri Sorumlusunun ve varsa temsilcisinin kimliği,
  • Kişisel verilerin hangi amaçla işleneceği,
  • İşlenen kişisel verilerin kimlere ve hangi amaçla aktarılabileceği,
  • Kişisel veri toplamanın yöntemi ve hukuki sebebi,
  • 11 inci maddede sayılan diğer hakları

konularında bilgi vermekle yükümlüdür.

Veri Sorumluları tarafından hazırlanan Aydınlatma Beyanlarının özenle hazırlanması gerekmektedir. Fakat uygulamada sıklıkla KVKK Uyum Metinlerinin muğlak ifadelerle hazırladığı görülmektedir. Nitekim 2 Mayıs 2019 tarih ve 2019/122 sayılı Kurul kararında Veri Sorumlusunun Aydınlatma Metni’nde kişisel veri işleme amaçları sıralandıktan sonra metin içerisinde yer verilen “… gibi amaçlar kapsamında işlenmektedir” ifadesinin “Aydınlatma Yükümlülüğünün Yerine Getirilmesinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ”ine uygun olmadığı kararına varmıştır. İlgili Tebliğ’in[7] 5. maddesi (g) hükmü uyarınca Aydınlatma yükümlülüğü kapsamında açıklanacak kişisel veri işleme amacının belirli, açık ve meşru olması gerekir. Aydınlatma yükümlülüğü yerine getirilirken, genel nitelikte ve muğlak ifadelere yer verilmemelidir.” 

KVKK uyum çalışmalarında dikkat edilmesi gereken “belirli, açık ve meşru amaçlar için işlenme ilkesi” uyarınca özellikle Aydınlatma Beyanı ve Gizlilik Politikası metinlerinde kişisel verilerin işlenme amaçlarından bahsedilirken, hangi kişisel veri gruplarının hangi amaçlarla işlendiği hususunda VERBIS kapsamında sunulan eşleştirmenin KVKK uyum metinlerine de aktarılması önemlidir. Zira bu açıdan Tebliğ’in 5(ç) maddesinde, VERBIS kayıt yükümlülüğünün bulunması durumunda, aydınlatma yükümlülüğü çerçevesinde ilgili kişiye verilecek bilgiler, VERBIS’te açıklanan bilgilerle uyumlu olması gerektiği açıkça belirtilmiştir. Bu nedenle, daha önceden hazırlanan Aydınlatma Beyanı ile VERBIS’te kaydedilen bilgiler mutlaka uyumlu hale getirilmelidir.

Yine Tebliğ’in 5(d) ve 5(e) maddelerine göre aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmesi, ilgili kişinin talebine bağlı değildir ve aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiğinin ispatı veri sorumlusuna aittir.

Son olarak Tebliğ’in 6. maddesi, kişisel verilerin ilgili kişiden elde edilmemesi halinde Aydınlatma Beyanının alınması gerektiğini belirtmiş ve buna göre;

  • Kişisel verilerin elde edilmesinden itibaren makul bir süre içerisinde,
  • Kişisel verilerin ilgili kişi ile iletişim amacıyla kullanılacak olması durumunda, ilk iletişim kurulması esnasında,
  • Kişisel verilerin aktarılacak olması halinde, en geç kişisel verilerin ilk kez aktarımının yapılacağı esnada ilgili kişiyi aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmesi zorunluluğu getirilmiştir.

2.4. VERBİS Kayıtları

KVKK uyum metinlerinin yanı sıra Kanun’un 16. maddesinde belirtilen ve Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik’te detaylarına yer verilen VERBİS’e kayıt işlemlerinin ve ardından bildirimlerinin tamamlanması ve gerektiği hallerde bu bildirimlerin güncellenmesi gerekmektedir.

VERBİS Adalet Bakanlığı’nın oluşturduğu ve yönettiği bilişim sistemi olup veri denetleyicileri tarafından bildirilen veri işleme faaliyetlerinin halka açıklanması yoluyla kişisel verilerin işlenmesinde şeffaflığı amaçlamaktadır. Sicil Kanun’un 16. maddesi uyarınca Başkanlık tarafından Kurul’un gözetiminde kamuya açık olarak tutulur.

Yıllık çalışan sayısı 50’den fazla veya yıllık mali bilanço toplamı 25 milyon TL’den çok olan gerçek ve tüzel kişilerin 30 Eylül 2020’ye, yıllık çalışan sayısı 50’den az ve yıllık mali bilanço toplamı 25 milyon TL’den az olup ana faaliyet konusu özel nitelikli kişisel veri işleme olan gerçek veya tüzel kişi sorumluları için 31 Mart 2021’ye, kamu kurum ve kuruluşu Veri Sorumluları için 31 Mart 2020’ye kadar VERBİS’e kayıt zorunluluğu bulunmaktadır.

2 Nisan 2018 tarih tarih ve 2018/32 Kurul kararı uyarınca noterler, avukatlar, siyasi partiler, serbest muhasebeci ve yeminli mali müşavirler, dernekler, vakıflar ve sendikalardan yalnızca ilgili mevzuat ve amaçlarına uygun, faaliyet alanları ile sınırlı ve sadece kendi çalışanlarına, üyelerine, mensuplarına, bağışçılarına yönelik kişisel veri işleyenler VERBİS’e kayıttan istisna tutulan Veri Sorumlularıdır.

2.4.1. Veri Kategorileri

Veri Sorumlularının KVKK Uyum Metinlerinde ve yapacakları VERBİS bildirimlerinde işledikleri tüm veri kategorilerini belirtmeleri gerekmektedir. Dolayısıyla hem KVKK uyum metinlerinin hazırlanmasında hem de VERBİS kaydı oluşturulmasında öncelikle işlenen kişisel verilerin hangi veri kategorileri altında gruplandırılabileceğinin tespiti önem arz etmektedir.

Kurum, veri kategorileri kapsamında şu kategorilere yer vermiştir: (i) kimlik, (ii) iletişim, (iii) lokasyon, (iv) özlük, (v) hukuki işlem, (vi) müşteri işlem, (vii) fiziksel mekan güvenliği, (viii) işlem güvenliği, (ix) risk yönetimi, (x) finans, (xi) mesleki deneyim, (xii) pazarlama, (xiii) görsel ve işitsel kayıtlar, (xiv) ırk ve etnik köken, (xv) siyasal düşünce bilgileri, (xvi) felsefi inanç, din, mezhep ve diğer inançlar, (xvii) kılık ve kıyafet, (xviii) dernek üyeliği, (xix) vakıf üyeliği, (xx) sendika üyeliği, (xxi) sağlık bilgileri, (xxii) cinsel hayat, (xxiii) ceza, mahkumiyet ve güvenlik tedbirleri, (xxiv) biyometrik veri, (xxv) genetik veri, (xxvi) diğer bilgiler.

Kişisel veri kategorilerinin tespiti yanında Veri Sorumlularının dikkat etmesi gereken bir diğer husus ise veri işleme faaliyetlerinin ölçülülük ilkesine uygunluğudur. 31 Mayıs 2019 tarih ve 2019/165 sayılı Kurul kararında detaylı olarak ele alınan ölçülülük ilkesi, veri işleme faaliyeti ile gerçekleştirilmesi istenen amaç arasında makul bir dengenin kurulması, diğer bir ifadeyle veri işlemenin amacı gerçekleştirecek ölçüde olması anlamına gelmektedir. Örnek vermek gerekir ise bir market zincirinin müşterileri için çıkarttığı market kartının müşteriye sağlanması sırasında yalnızca faaliyetinin gerçekleştirilmesi için gereken azami verilerin işlenmesi, ceza mahkumiyeti, biyolojik veri gibi faaliyetin gerçekleştirilmesi için gereksiz olarak nitelendirilebilecek veri kategorilerine ait kişisel verilerin işlenmemesi gerekir. Dolayısıyla Veri Sorumlusu faaliyetinin gerçekleşmesi için ilgili kişiden en az seviyede bilgi talep etmeli, amaç için gerekli olmayan veri işlemelerinden kaçınmalıdır.

Kafa karışıklıklarının ve KVKK Uyum Metinleri ile VERBİS bildirimleri arasında oluşabilecek tutarsızlıkların önüne geçmek için VERBİS kaydından önce oluşturulan KVKK ve Gizlilik Politikasındaki ifadelerin mutlaka VERBİS’te Kurum’a sunulan beyanlarla aynı olduğundan emin olunması ve bunun için ayrı bir çalışma yürütülmesi gerekmektedir. Nitekim 25 Mart 2019 tarih ve 2019/82 sayılı Kurul kararında da KVKK Uyum Metinleri arasında tutarsızlıklar bulunmaması gerektiği ifade edilmiştir.  

İşlenmediği Kurum’a taahhüt edilen veri kategorilerinin mutlaka tek tek KVKK ve Gizlilik Politikasında belirtilmesi ve verisi işlenen ilgili kişiye de aydınlatma yükümlülüğü kapsamında bilgi verilmesi gerekmektedir.

2.4.2. Kişisel Veri İşleme Amaçları

Kanunun 4. maddesi 2. fıkrası (ç) bendi gereğince KVKK Uyum Metinleri kapsamında hazırlanan KVKK ve Gizlilik Politikası metinlerinde özellikle kişisel verilerin işleme amaçlarının ayrıca belirtilmesi gerekmektedir. Veri Sorumlusu işlemekte olduğu herhangi bir kişisel veri hususunda işleme amacından yoksun ise bu durumda bu veriyi işlememeli veya işlenmişse söz konusu veri için imha işlemi uygulamalıdır.

Veri Sorumluları faaliyetleri kapsamında işledikleri kişisel verileri hangi işleme amacına dayanarak işlediklerini tek tek belirtmelidirler. Kanunun 4. maddesi 2. fıkrası (ç) bendinde yer alan “İşlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olma” ilkesinin bir gereğidir. Bunun haricinde Tebliğ madde 5(1)(g)’de de aydınlatma yükümlülüğü kapsamında açıklanacak kişisel veri işleme amacının belirli, açık ve meşru olması gerektiği ifade edilmiştir. Dolayısıyla bu hazırlanan uyum belgelerinde bu veri işleme amaçları doğru ve açık bir şekilde tek tek belirtilmelidir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise işlenen bir kişisel veri için işleme amacı tespit edilemiyorsa bu verinin işlenmemesi gerektiğidir.

Kişisel verileri işleme amaçlarına (i) reklam / kampanya / promosyon süreçlerinin yürütülmesi;(ii) denetim, eğitim, iletişim faaliyetlerinin yürütülmesi; (iii) ücret politikası; (iv) sözleşme süreçlerinin yürüülmesi (v) iş akdi ve mevzuattan kaynaklı yükümlülüklerin yerine getirilmesi gibi örnekler verilebilecektir. Bu örneklere Temmuz 2019 tarihinde Kurum tarafından hazırlanan Kişisel Veri İşleme Envanteri Hazırlama Rehberi’nde erişebilirsiniz.

2.4.3. Veri Aktarım Alıcı Grupları

Veri aktarım alıcı grupları Veri Sorumlusu tarafından kişisel verilerin aktarıldığı gerçek veya tüzel kişi kategorileri olarak tanımlanmaktadır[8]. Kurum veri aktarım alıcı grupları olarak şu kategorilere yer vermektedir: (i) gerçek kişiler veya özel hukuk tüzel kişileri, (ii) hissedarlar, (iii) iş ortakları, (iv) iştirakler ve bağlı ortaklıklar, (v) tedarikçiler, (vi) topluluk şirketleri, (vii) yetkili kamu kurum ve kuruluşları, (viii) diğerleri.

Kanun’un 8. maddesi 1. fıkrasına uyarınca kişisel veriler, ilgili kişinin açık rızası olmaksızın aktarılamayacaktır. Kanun’un aynı maddesinin devamında (i) 5. maddenin 2. fıkrasında ve (ii) yeterli önlemler alınmak kaydıyla, 6. maddenin 3. fıkrasında belirtilen şartlardan birinin bulunması hâlinde, ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın kişisel verilerin aktarılabileceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla gerekli şartların sağlanması durumunda Veri Sorumlusu tarafından işlenen kişisel veriler yurtiçinde ve yurtdışındaki veri aktarım alıcı gruplarına aktarılabilecektir. Bilinmelidir ki, Kurul gerekli şartlar sağlanmadan kişisel verilerin aktarılması durumunda idari para cezalarına karar vermekten çekinmemektedir. 27 Ocak 2020 tarih ve 2020/58 No’lu Kurul kararda, sigorta acentesinin müşterilerine ait kişisel verileri herkese açık sosyal medya platformlarında müşterilerinden habersiz olarak ve reklam amacıyla paylaşması hakkında inceleme yapılmıştır. Kurul, Veri Sorumlusunun müşterilerine ait kişisel verileri, onların açık rızası olmaksızın paylaştığı gerekçesiyle 22.500 TL idari para cezasının uygulanmasına karar vermiştir. Dolayısıyla bu ve benzer risklerin ortadan kaldırılması için KVKK Mevzuatında belirtilen şartlar sağlanmadan kişisel verilerin aktarımı işlemi yapılmamalıdır.

2.4.4. Veri Saklama Süreleri

Kanun’un 4. maddesinin 2. fıkrasında kişisel verilerin işlenmesine ilişkin ilkeler sırasıyla sayılmış ve (d) bendinde de “İlgili mevzuatta öngörülen veya işlendikleri amaç için gerekli olan süre kadar muhafaza edilme” şeklinde veri saklama sürelerine yer verilmiştir. Buna göre Veri Sorumlularının, faaliyetleri kapsamında işledikleri kişisel verilerin saklama sürelerini tek tek kişisel veri bazında belirlemesi gerekmektedir.

Veri Sorumluları için kişisel verileri saklama süreleri hususunda önem taşıyan husus saklama sürelerinin belirlenmesinde alınacak olan kıstaslardır. Temel kural Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik’in 9. maddesinin 4. fıkrasında belirtilmiştir. Buna göre öncelikle, işlenen kişisel verilerle ilgili mevzuatta herhangi bir saklama süresi öngörülüp öngörülmediğine bakılmalıdır. İlgili mevzuatta bir süre öngörülmüşse saklama süresi olarak bu süre belirtilmelidir. Eğer ilgili mevzuatta bir süre öngörülmemişse bu durumda da:

  • İlgili veri kategorisinin işlenme amacı kapsamında Veri Sorumlusunun faaliyet gösterdiği sektörde genel teamül gereği kabul edilen süre;
  • İlgili veri kategorisinde yer alan kişisel verinin işlenmesini gerekli kılan ve ilgili kişiyle tesis edilen hukuki ilişkinin devam edeceği süre;
  • İlgili veri kategorisinin işlenme amacına bağlı olarak Veri Sorumlusunun elde edeceği meşru menfaatin hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olarak geçerli olacağı süre;
  • İlgili veri kategorisinin işlenme amacına bağlı olarak saklanmasının yaratacağı risk, maliyet ve sorumlulukların hukuken devam edeceği süre;
  • Belirlenecek azami sürenin ilgili veri kategorisinin doğru ve gerektiğinde güncel tutulmasına elverişli olup olmadığı;
  • Veri Sorumlusunun hukuki yükümlülüğü gereği ilgili veri kategorisinde yer alan kişisel verileri saklamak zorunda olduğu süre;
  • Veri Sorumlusu tarafından, ilgili veri kategorisinde yer alan kişisel veriye bağlı bir hakkın ileri sürülmesi için belirlenen zamanaşımı süresi,

dikkate alacaktır. Unutmamak gerekir ki, 25 Mart 2019 tarih ve 2019/81 sayılı ve 31 Mayıs 2019 tarih ve 2019/165 sayılı Kurul kararları gereği ölçülülük ilkesi uyarınca Veri Sorumlusu tarafından işlenen kişisel verilerin işleme amacı için gerekli olandan uzun süre tutulmamalıdır.

2.4.5. Veri Konusu Kişi Grupları

Veri konusu kişi grubu, kişisel verilerin hangi veri konusu kişi grupları için işlendiğine ilişkindir. Örnek olarak özlük dosyası veri kategorisi ile sadece çalışan ve stajyer kişi grupları eşleştirilirken, pazarlama veri kategorisi altında gruplanan veriler potansiyel ürün ve hizmet alıcısı, ürün ve hizmet alan kişi ve hatta ziyaretçi kişi grupları ile eşleştirilmektedir. Veri Sorumluları tarafından yapılacak KVKK uyum çalışması ile faaliyetler kapsamında işlenen kişisel verilerin hangi kişi veya kişi grupları ile ilgili olarak işlediğinin tek tek kişisel veri bazında belirlemesi gerekmektedir. Yapılacak bu eşleşmelerin büyük bir titizlikle gözden geçirilmesi gerektiği hallerde hem KVKK uyum metinlerinin hem de VERBIS kayıtlarının güncellenmesi gereklidir.

2.4.6. Yabancı Ülkelere Aktarılacak Bilgiler

Özellikle yabancı şirketlerde verilerin yurtdışına aktarılması gündeme gelebilmektedir. Bu husus Kanun’un 9. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre temel kural, kişisel verilerin yurtdışına aktarımında veri sahibinin açık rızasının aranmasıdır. Fakat açık rıza dışındaki hallerde, aktarımın yapılacağı ülkede yeterli korumanın bulunup bulunmamasına göre farklı hükümler getirilmiştir. Yeterli korumanın bulunduğu ülkelere ilgili kişinin kişisel verileri ayrıca açık rızası aranmaksızın aktarılabilecektir. Ancak maalesef Kurul yeterli korumanın bulunduğu ülkeler listesini halen ilan etmemiştir.

Kanun’un aynı maddesi, yeterli korumaya sahip olmayan ülkelere veri aktarımı için ise (i) Türkiye’deki ve ilgili yabancı ülkedeki Veri Sorumlularının yeterli bir korumayı yazılı olarak taahhüt etmeleri ve (ii) Kurulun izninin bulunması durumunda veri aktarılabileceğini belirtmiştir. Yine uygulama karşılaştığımız bir başka sorun, Kurum’a sunulan yazılı taahhütlere Kurum tarafından resmi cevap alınamamaktadır. Bu nedenle bu alanda yaşanan belirsizlikler devam etmektedir.

2.4.7. Veri Güvenliği Tedbirleri

Kanunun 12. maddesinin 1. fıkrasına göre Veri Sorumlusu; kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesini ve kişisel verilere hukuka aykırı olarak erişilmesini önlemek ve kişisel verilerin muhafazasını sağlamak amacıyla uygun güvenlik düzeyini temin etmeye yönelik gerekli her türlü teknik ve idari tedbirleri almak zorundadır. Bu tedbirlerden bir kısmı düşük maliyetler ve kısa çalışmalarla da sağlanabilecek türdendir. Dolayısıyla gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmaması sonucunda karşılaşılabilecek olası cezalar göz önünde bulundurulduğunda bu tedbirlerin faydası ortaya çıkacaktır. Nitekim 16 Mayıs 2019 tarih ve 2019/144 sayılı Kurul kararında Kurul 13 Mart 2018 tarihinde gerçekleşen ihlale ilişkin, şüpheli hareketlerden Veri Sorumlusunun Mart 2018 tarihinde haberdar olmasına rağmen ihlalin yaklaşık 2 ay sonra 7 Mayıs 2018 tarihinde tespit edildiği, bu durumun bir güvenlik açığı olduğu, öte yandan Şirket tarafından gerekli denetimlerin ve kontrollerin yapılmadığı tespit etmiştir. Kurul veri güvenliğini sağlamaya yönelik gerekli teknik ve idari ve tedbirleri almayan Veri Sorumlusu hakkında 450.000 Türk lirası idari para cezası uygulanmasına karar vermiştir.

Kişisel veri güvenliğine ilişkin idari tedbir adımları:

  • Mevcut risk ve tehditlerin belirlenmesi,
  • Çalışanların eğitilmesi ve farkındalık çalışmaları,
  • Kişisel veri güvenliği politikalarının ve prosedürlerinin belirlenmesi,
  • Kişisel verilerin ölçülülük ilkesi gereği mümkün olduğunca azaltılması,
  • Veri işleyenler ile ilişkilerin yönetimi,

olarak sayılabilecek iken teknik tedbirler ise:

  • Siber güvenliğin sağlanması,
  • Kişisel veri güvenliğini takibi (log kayıtlarının tutulması vb.),
  • Kişisel veri içeren fiziki ortamların çalınma, kaybolma, yangın, sel vb. risklere karşı güvenliğinin sağlanması,
  • Kişisel verilerin bulut sisteminde tutulması,
  • Bilgi teknolojileri sistemleri tedariki, geliştirme ve bakımı,
  • Kişisel verilerin yedeklenmesi

olarak sayılabilecektir.

Kanun’un 6. maddesinin 4. fıkrasında ise veri güvenliği tedbirlerine ek olarak özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesinde “Kurul tarafından belirlenen yeterli önlemlerin alınması” şart koşulmuştur. Bu maddede belirtilen yeterli önlemler Kurul tarafından 31 Aralık 2018 tarih ve 2018/10 No’lu Kurul kararında detaylı olarak belirtilmiştir. Çalışanlar ile gizlilik sözleşmesinin yapılması, veriler elektronik ortamda tutuluyor ise kriptografik anahtarların güvenli ve farklı ortamlarda tutulması, veriler fiziksel ortamlarda tutuluyor ise bu ortamların fiziksel güvenliğinin sağlanarak yetkisiz giriş çıkışların engellenmesi bu tedbirlere örnek olarak verilebilecektir.

Avrupa’daki otoriterlerin de kişisel verilerin korunması tedbirleri hususunda idari para cezaları uygulamaktan çekinmediğini görmekteyiz. Nitekim İngiltere’de yetkili otorite olan ICO’nun (Information Commisioner’s Office) Royal & Sun Alliance Insurance PLC (RSA) kararında 60.000 bine yakın kişinin kişisel verilerini içeren cihazın çalınması akabinde şirket £ 150.000 idari para cezasına çarptırılmıştır. ICO bu kararında cezalandırılan şirketin kişisel verilerin korunmasına yönelik gerekli tedbirleri almadığı kanaatine varmıştır. Dolayısıyla Veri Sorumlularının olası risklerini en aza indirmeleri için kişisel veri güvenliği tedbirleri mümkün olduğunca sıkı ve organize bir şekilde alması önem arz etmektedir.

2.5. Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi

Kanun’un 7. maddesi 3. fıkrasına göre: “kişisel verilerin silinmesine, yok edilmesine veya anonim hale getirilmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir”. Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla işlenen kişisel verilerin silinmesi, yok edilmesi veya anonim hale getirilmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek amacıyla çıkartılmıştır. İlgili Yönetmeliğin;

  • maddesinde, kişisel verilerin silinmesi, kişisel verilerin ilgili kullanıcılar için hiçbir şekilde erişilemez ve tekrar kullanılamaz hale getirilmesi işlemi olarak;
  • maddesinde, kişisel verilerin yok edilmesi, kişisel verilerin hiç kimse tarafından hiçbir şekilde erişilemez, geri getirilemez ve tekrar kullanılamaz hale getirilmesi işlemi olarak;
  • maddesinde, kişisel verilerin anonim hale getirilmesi, kişisel verilerin başka verilerle eşleştirilse dahi hiçbir surette kimliği belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişiyle ilişkilendirilemeyecek hale getirilmesi olarak

tanımlanmıştır.

Bu yollardan her birisi için farklı teknikler mevcuttur. Örnek vermek gerekir ise ilgili kişisel veriyi anonimleştirmek için maskeleme, veri tüketme ve veri karması tekniklerine başvurulabilecektir.

Veri Sorumlusunun işlediği veriyi işleme nedeni ortadan kalktığında ilgili kişisel veriyi silmesi, yok etmesi veya anonim hale getirmesi gerekir. Kurul tarafından Veri Sorumlusuna bu yollardan herhangi birisini seçme zorunluluğu getirilmediğinden Veri Sorumlusu istediği yola başvurabilecektir. Veri Sorumlusunun bu yükümlülüğüne aykırı davranması halinde karşılaşacağı durumları suçlar ve kabahatler başlığı altında ele aldığımızdan burada tekrar etme gereği duymuyoruz.

  1. İLGİLİ KİŞİNİN HAKLARI

Kanunda kapsamında verileri korunan kişiler sadece gerçek kişilerdir ve kişisel verisi işlenen bu gerçek kişiyi ifade etmek için “ilgili kişi” [9] ifadesi kullanılmıştır. Kanun’un 11. maddesinde ilgili kişinin haklarına ver verilmiştir. Buna göre ilgili kişi:

  • Kişisel verilerinin işlenip işlenmediğini öğrenme,
  • Kişisel verileri işlenmişse buna ilişkin bilgi talep etme,
  • Kişisel verilerinin işlenme amacını ve bunların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını öğrenme,
  • Yurt içinde veya yurt dışında kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişileri bilme,
  • Kişisel verilerin eksik veya yanlış işlenmiş olması hâlinde bunların düzeltilmesini isteme,
  • Kişisel verilerin silinmesini veya yok edilmesini isteme,
  • Kişisel verilerin düzeltilmesi, silinmesi veya yok edilmesine ilişkin işlemlerin kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişilere bildirilmesini isteme,
  • İşlenen verilerin münhasıran otomatik sistemler vasıtasıyla analiz edilmesi suretiyle kişinin kendisi aleyhine bir sonucun ortaya çıkmasına itiraz etme,
  • Kişisel verilerin kanuna aykırı olarak işlenmesi sebebiyle zarara uğraması hâlinde zararın giderilmesini talep etme

haklarına sahiptir.

3.1. Veri Sorumlusuna Başvuru ve Başvuru Formu

Kanun’un 13. maddesinde Veri Sorumlusuna başvuru düzenlenmiştir. İlgili kişi yukarıda sayılan haklarına ilişkin taleplerde bulunmak için Veri Sorumlusuna başvuruda bulunabilecektir. Buna göre “ilgili kişi bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili taleplerini yazılı olarak veya Kurulun belirleyeceği diğer yöntemlerle Veri Sorumlusuna iletir.”. Bu kapsamda Veri Sorumluları ilgili kişilerin başvuru haklarını kullanabilmeleri için fiziki ya da sanal bir adrese KVKK Uyum Metinlerinde yer vermek zorundadırlar. Buna ilişkin yükümlülüğü kapsamlı bir Başvuru Formu düzenleyerek yerine getirmek mümkündür.

Veri Sorumlusu tarafından başvuru hakkının kullanılması için Kanun’da ya da Veri Sorumlusuna Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ’de öngörülmeyen maddi bir külfet getirilmesinin ve ilgili kişinin bu şekilde yanlış yönlendirilmesi suretiyle ilgili kişinin başvuru yapma hakkının engellenmesi, ilgili Tebliğ’in 6. maddesinde sayılan hukuka uygunluk ve dürüstlük kuralına aykırıdır. Benzer bir durumda 1 Ekim 2019 tarih ve 2019/296 sayılı Kurul kararıyla Veri Sorumlusu bir operatör şirketi ilgili Tebliğ hükümlerine uyum konusunda azami dikkat ve özenin göstermesi hususunda talimatlandırılmıştır.

Başvurunun usul ve esasları Tebliğ’de belirtilmiştir. Veri Sorumlusu söz konusu başvuruyu ücretsiz olarak niteliğine göre en kısa sürede ve en geç 30 gün içerisinde sonuçlandıracaktır. Fakat ilgili Tebliğ’in 7. maddesi uyarınca ilgili kişinin başvurusuna yazılı olarak cevap verilecekse, on sayfanın üzerindeki her sayfa için 1 Türk lirası işlem ücreti alınabilecektir.

Maddenin 3. Fıkrası uyarınca “Veri Sorumlusu talebi kabul eder veya gerekçesini açıklayarak reddeder ve cevabını ilgili kişiye yazılı olarak veya elektronik ortamda bildirir. Başvuruda yer alan talebin kabul edilmesi hâlinde Veri Sorumlusunca gereği yerine getirilir.”.

Kanun, kişisel verilerin korunması kapsamındaki başvurular için kademeli bir başvuru usulü öngörmüştür. Buna göre Kurula Şikâyet başlığı altında detaylı olarak inceleyeceğimiz üzere Kanun’un 14. maddesinin 2. fıkrasına göre Veri Sorumlusuna başvuru yolu tüketilmeden Kurula başvuruda bulunulamayacaktır.

3.2. Kurula Şikâyet

Kanun’un 13. maddesinde yer verilen Veri Sorumlusuna şikâyet yolunu tüketen ilgili kişi Kanun’un 14. maddesi uyarınca Kurul’a şikayet yoluna başvurabilecektir. Kanun’un 14. maddesine göre ilgili kişinin başvurusunun reddedilmesi, başvurusuna verilen cevabın yetersiz bulunması veya süresinde başvurusuna cevap verilmemesi hallerinde; “ilgili kişi, Veri Sorumlusunun cevabını öğrendiği tarihten itibaren otuz ve her hâlde başvuru tarihinden itibaren altmış gün içinde Kurula şikâyette bulunabilir.”.

Belirtmek gerekir ki, Kanun’un 14. maddesinin 3. fıkrası uyarınca hakları zarara uğratılan ilgili kişinin genel hükümlere göre tazminat hakları saklı tutulmuştur. Başvuru yoluna gitmenin zorunlu, şikâyet yoluna gitmenin ise ihtiyari olması sebebiyle, başvurusu zımnen veya açıkça reddedilen ilgili kişinin bir yandan Kurula şikâyette bulunabilmesi, diğer yandan doğrudan adli veya idari yargı yoluna gidebilmesi mümkündür.

24 Ocak 2019 tarih ve 2019/9 sayılı Kurul kararına göre ilgili kişi, Veri Sorumlusunun cevabını öğrendiği tarihten itibaren otuz ve herhâlde başvuru tarihinden itibaren altmış gün içinde Kurula şikâyette bulunabilecektir.

3.3. Şikâyet Üzerine veya Re’sen İncelemenin Usul ve Esasları

Şikâyet üzerine veya re’sen incelemenin usul ve esasları Kanun’un 15. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddenin 1. fırkasına göre “Kurul, şikâyet üzerine veya ihlal iddiasını öğrenmesi durumunda resen, görev alanına giren konularda gerekli incelemeyi yapar.”. Dolayısıyla Kurul ilgili kişinin şikâyeti haricinde re’sen de inceleme yapabilmektedir.

Maddenin 2. fıkrasına göre 10 Kasım 1984 tarih ve 18571 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun’un 6. maddesinde belirtilen şartları taşımayan ihbar ve şikayetler dikkate alınmayacaktır.

Kanun’un 15. maddesinin 4. fıkrasına göre Kurul şikâyetten itibaren 60 gün içerisinde herhangi bir cevap vermezse şikâyet reddedilmiş sayılır. İlgili maddenin 5. fıkrası uyarınca ise “şikâyet üzerine veya resen yapılan inceleme sonucunda, ihlalin varlığının anlaşılması hâlinde Kurul, tespit ettiği hukuka aykırılıkların Veri Sorumlusu tarafından giderilmesine karar vererek ilgililere tebliğ eder. Bu karar, tebliğden itibaren gecikmeksizin ve en geç otuz gün içinde yerine getirilir.”.  Aynı maddenin 6. fıkrasına göre ise şikâyet üzerine veya resen yapılan inceleme sonucunda, Kanuna aykırı uygulamanın yaygın olduğu Kurul tarafından tespit edilirse ilgili kurum ve kuruluşların görüşü de alınmak suretiyle bu konuda ilke kararı alınır ve bu karar yayımlanır.

İlgili maddenin son fıkrası uyarınca ise “Kurul, telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırılık olması hâlinde, veri işlenmesinin veya verinin yurt dışına aktarılmasının durdurulmasına karar verebilir.”.

  1. KİŞİSEL VERİLERİN İHLALİ

Kişisel Verileri Koruma Hukuku uyum çalışmaları kapsamında dikkatli olunması gereken bir diğer husus ise kişisel verilerin ihlali durumlarıdır. Kanun’un 12. maddesinin 5. fıkrası uyarınca işlenen kişisel verilerin kanuni olmayan yollarla başkaları tarafından elde edilmesi halinde, Veri Sorumlusu bu durumu en kısa sürede ilgilisine ve Kurul’a bildirecektir. Kurul 24 Ocak 2019 tarih ve 2019/10 sayılı Kurul kararında maddedeki en kısa süre ifadesinden 72 saat anlaşılması gerektiği hususunda açıklama getirmiştir.

Veri Sorumlusu kişisel verilerin hukuka aykırı yollarla üçüncü kişi tarafından elde edilmesi halinde 72 saat içerisinde “Kişisel Veri İhlal Bildirim Formunu” doldurarak Kurul’a iletmelidir. 18 Eylül 2019 tarih ve 2019/271 sayılı Kurul kararında ihlalin Kurul dışında ilgili kişiye de yapılması gerektiği belirtilmiş ve yapılacak bildirimin açık ve sade bir dille yapılması ve asgari olarak;

  • İhlalinin ne zaman gerçekleştiği,
  • Kişisel veri kategorileri bazında (kişisel veri / özel nitelikli kişisel veri ayrımı yapılarak) hangi kişisel verilerin ihlalden etkilendiği,
  • Kişisel veri ihlalinin olası sonuçları,
  • Veri ihlalinin olumsuz etkilerinin azaltılması için alınan veya alınması önerilen tedbirler,
  • İlgili kişilerin veri ihlali ile ilgili bilgi almalarını sağlayacak irtibat kişilerinin isim ve iletişim detayları ya da Veri Sorumlusunun web sayfasının tam adresi, çağrı merkezi vb. iletişim yolları

unsurlarına yer vermesi gerektiği belirtilmiştir.

16 Mayıs 2019 tarih ve 2019/144 sayılı Kurul kararında Kurul “en kısa sürede” bildirimde bulunma yükümlülüğüne aykırı hareket eden Veri Sorumlusuna 100.000 Türk lirası idari para cezası uygulanmasına karar vermiştir. Bu karar ve yukarıdaki açıklamalar göz önüne alındığında görülecektir ki, veri ihlallerinin en hızlı şekilde tespiti ve bu tespitin ardından gerek ilgili kişiye gerekse Kurul’a 72 saat içerisinde ihlalin bildirilmesi hayati önem taşımaktadır. Veri Sorumlusu tarafından veriler için gerekli idari ve teknik güvenlik tedbirlerin alınmasının yanında bu koşullara uyularak yapılacak bildirimler Veri Sorumlularının karşılaşabileceği olası idari para cezalarının önüne geçilmesini sağlayacaktır.

  1. SUÇLAR VE KABAHATLER

Kanun’da öngörülen yaptırımlar Suçlar ve Kabahatler olarak iki ayrı başlık altında düzenlenmiştir.  Kanun’un 17. maddesinde kişisel verilere ilişkin suçlar bakımından TCK 135-140. maddelerine atıf yapılmıştır.

TCK’nin 135. maddesine uyarınca hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilecektir. Maddenin 2. fıkrasında ise hukuka aykırı olarak kaydedilen kişisel verinin kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine, ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin olması durumu, suçun nitelikli hali olarak kabul edilmiş olup verilecek cezanın normalin %50 fazlası olacağı düzenlenmiştir. TCK m. 136’da ise kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişinin, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı düzenlenmiştir. TCK’nın 137. maddesinde ise 135 ve 136. maddelerde yer alan suçların nitelikli hallerine yer verilirken 138. madde de ise verileri yok etmeme suçu düzenlenmiştir. Buna göre “Kanunların belirlediği sürelerin geçmiş olmasına karşın verileri sistem içinde yok etmekle yükümlü olanlara görevlerini yerine getirmediklerinde bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası verilir.”. TCK 139. maddede ise şikâyet 140. maddede ise tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbiri uygulanması düzenlenmiştir.

Kanun’un 18. maddesinde aydınlatma yükümlülüğünün, veri güvenliğine ilişkin yükümlülüklerin ve Veri Sorumluları Siciline kayıt ve bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesini ve Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından verilen kararlara uyulmamasını TCK kapsamı dışında tutarak kabahat sayılan eylemler olarak nitelendirmiştir. Söz konusu madde ile:

  • Kanun’un 10. maddesinde öngörülen aydınlatma yükümlülüğüne yerine getirmeyenler hakkında 5.000 Türk lirasından 100.000 Türk lirasına kadar,
  • Kanun’un 12. maddesinde öngörülen veri güvenliğine ilişkin yükümlülükleri yerine getirmeyenler hakkında 15.000 Türk lirasından 1.000.000 Türk lirasına kadar,
  • Kanun’un 15. maddesi uyarınca Kurul tarafından verilen kararları yerine getirmeyenler hakkında 25.000 Türk lirasından 1.000.000 Türk lirasına kadar,
  • Kanun’un 16. maddesinde öngörülen Veri Sorumluları Siciline kayıt ve bildirim yükümlülüğüne aykırı hareket edenler hakkında 20.000 Türk lirasından 1.000.000 Türk lirasına kadar,

idari para cezası verileceği düzenlenmiştir.

Veri Sorumlularının gerek TCK gerekse Kanun çerçevesinde cezalandırılmasının önüne geçilmesi için KVKK Mevzuatında öngörülen KVKK Uyum Çalışmalarının eksiksiz bir şekilde tamamlanması ve bunun haricinde Veri Sorumlusu çalışanlarının bu hususta en iyi şekilde eğitilerek gerekli tedbirlerin alınması önem taşımaktadır.

İŞBU BELGE MÜVEKKİLLERİMİZİN BİLGİLENDİRİLMESİ AMACIYLA HAZIRLANMIŞ OLUP, HUKUKİ TAVSİYE OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ.

Daha fazla bilgi için lütfen iletişime geçiniz.

[1] 7 Nisan 2016 tarih ve ve 29677 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

[2] 28 Ekim 2017 tarih ve 30224 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

[3] 30 Aralık 2017 tarih ve 30286 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

[4] 10 Mart 2018 tarih ve 30356 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

[5] 10 Mart 2018 tarih ve 30356 sayılı Resmi  Gazete’de yayınlanmıştır.

[6] 26 Eylül 2004 tarih ve 25611 sayılı  Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

[7] 10 Mart 2018 tarih ve 30356 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olan “Aydınlatma Yükümlülüğünün Yerine Getirilmesinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ”

[8] Aydınlatma Yükümlülüğünün Yerine Getirilmesinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ madde 3/1(a)

[9] Veri Sorumlusuna Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ’in 3. Maddesi 1. fıkrası (c) bendi

1 Temmuz 2020 Tarihinde Yürürlüğe Giren Kira Hükümleri Üzerine

Aşağıda yer verilen 6352 sayılı Kanun’un[1] 53. maddesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun[2] (“TBK”) 323, 325, 331, 340, 342, 343, 344, 346 ve 354. maddelerinin yürürlüğü kiracının Türk Ticaret Kanununda tacir olarak sayılan kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri olduğu işyeri kiraları bakımından sekiz yıl süreyle ertelenmiştir:

Kiracının Türk Ticaret Kanununda tacir olarak sayılan kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri olduğu işyeri kiralarında, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 323, 325, 331, 340, 342, 343, 344, 346 ve 354 üncü maddeleri 1/7/2012 tarihinden itibaren 8 yıl süreyle uygulanmaz. Bu halde, kira sözleşmelerinde bu maddelerde belirtilmiş olan konulara ilişkin olarak sözleşme serbestisi gereği kira sözleşmesi hükümleri tatbik olunur. Kira sözleşmelerinde hüküm olmayan hallerde mülga Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır.

Bu düzenlemeler 01.07.2020 tarihinde yukarıda betimlenen kira ilişkileri bakımından yürürlüğe girmiş olup bu çalışma, uygulama alanı genişleyen bu düzenlemelerden her birinin genel hatlarıyla açıklanmasına yöneliktir.

  1. “Kira İlişkisinin Devri” kenar başlığını taşıyan TBK m. 323:

Anılan düzenleme şu şekilde ele alınmıştır:

“Kiracı, kiraya verenin yazılı rızasını almadıkça, kira ilişkisini başkasına devredemez. Kiraya veren, işyeri kiralarında haklı sebep olmadıkça bu rızayı vermekten kaçınamaz.

Kiraya verenin yazılı rızasıyla kira ilişkisi kendisine devredilen kişi, kira sözleşmesinde kiracının yerine geçer ve devreden kiracı, kiraya verene karşı borçlarından kurtulur.

İşyeri kiralarında devreden kiracı, kira sözleşmesinin bitimine kadar ve en fazla iki yıl süreyle devralanla birlikte müteselsilen sorumlu olur.

Taşınır kiralarının yanı sıra taşınmaz kiralarında ve bu bağlamda konut ve işyeri kiralarında da uygulama alanı bulan TBK. m. 323’te kira ilişkisinin devri düzenlenmektedir. Sadece kiracı tarafın değişmesine dair kira ilişkisinin devrine dair olan bu düzenleme TBK. m. 205’de düzenlenen sözleşmenin devrinin özel bir görünümünü teşkil etmektedir[3].

Kira ilişkisinin devri iki şekilde gerçekleşebilir. Bunlardan ilki kiracı, kiraya veren ve yeni kiracı arasında devre ilişkin üç taraflı bir sözleşme yapılmasıdır. Buna ilaveten kira ilişkisinin ilişkiyi devreden kiracı ile devralan kiracı arasında yapılan anlaşmaya kiraya verenin onay vermesi suretiyle de devri mümkündür.  “Kiracı, kiraya verenin yazılı rızasını almadıkça, kira ilişkisini başkasına devredemez” şeklinde kaleme alınmış TBK. m. 323 / f. 1, c. 1 anılan ikinci devir şeklini özel olarak düzenlemiştir.  Anılan düzenleme uyarınca kiraya verenin yazılı onayı olmaksızın kira ilişkisinin devri halinde bu devir sözleşmesi askıda hükümsüz olacaktır[4].  Devir sözleşmesinin geçerliliği açısından kanunî şart niteliğinde bulunan bu onayı verip vermeme konusunda kiraya veren serbest olmakla birlikte devredilen kira ilişkisinin işyeri kirası olması durumunda kiraya verenin onay vermekten kaçınması ancak haklı sebep temelinde gerçekleşebilecektir. Haklı sebebin varlığı her bir somut olayın durum ve koşulları göz önüne alınarak TMK. m. 4 uyarınca hâkim tarafından takdir edilecektir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, doktrinde kiracının yaptığı devir sözleşmesi hakkında kiraya verene bilgi verme yükümlülüğünün bulunduğu ve işyeri kirasının devri halinde kiracıdan bilgi talep edilmesine rağmen onun bu yükümlülüğünü ihlal etmesinin kiraya verenin bu devre onay vermekten kaçınması açısından haklı sebep teşkil edebileceği örnek olarak verilmektedir[5].

TBK. m. 323 / f. 2’de kiraya verenin yazılı rızasıyla kira ilişkisi kendisine devredilen kişinin, kira sözleşmesinde kiracının yerine geçeceği ve devreden kiracının, kiraya verene karşı borçlarından kurtulacağı belirtilmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere, kira ilişkisinin devri TBK. m. 205’de düzenlenen sözleşmenin devrinin bir özel görünümüdür. Bu fıkra da esas itibarıyla sözleşmenin devrinin sonuçlarını belirtmektedir. Kira ilişkisinin devri esas itibarıyla devir sözleşmesinin kurulmasıyla hüküm ifade edecektir[6]. Devrin hüküm doğurmasıyla birlikte kiracı kira sözleşmesinden doğan bütün haklarını kaybedecek ve bütün borçlarından da kural olarak kurtulacaktır[7].

TBK. m. 323 / f. 3’te ise işyeri kiraları açısından ise devreden kiracının sorumluluğunun bir süre daha devam etmesi düzenlenmiştir. Bu içeriğiyle malvarlığı ile işletmenin devralanmasına dair TBK. m. 202’yi bir ölçüde anımsatan bu düzenleme uyarınca devirden itibaren kiracı, kira sözleşmesinin bitimine kadar ve en fazla iki yıl süreyle devralanla birlikte müteselsilen sorumlu olacaktır.  Örnek vermek gerekirse bitimine henüz 5 yıl bulunan bir işyeri kira ilişkisinin devri söz konusu olursa devreden kiracının sorumluluğu bu sürenin (5 yıl) bitmesinin beklenmesine gerek olmaksızın devirden itibaren 2 yılın geçmesiyle sona erecektir. Kanundan doğan müteselsil sorumluluk ancak kiraya verenin rızasıyla bertaraf edilebilecektir.  Ayrıca belirtmek gerekir ki, müteselsil sorumluluğun süresinin devreden kiracıyla kiraya verenin anlaşmasıyla devreden kiracı aleyhine arttırılmasında bir sakınca yoktur[8].

  1. Kiralananın sözleşmenin bitiminden önce geri verilmesi” kenar başlığını taşıyan TBK m. 325

Anılan düzenleme şu şekildedir:

Kiracı, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralananı geri verdiği takdirde, kira sözleşmesinden doğan borçları, kiralananın benzer koşullarla kiraya verilebileceği makul bir süre için devam eder. Kiracının bu sürenin geçmesinden önce kiraya verenden kabul etmesi beklenebilecek, ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisini devralmaya hazır yeni bir kiracı bulması hâlinde, kiracının kira sözleşmesinden doğan borçları sona erer.

Kiraya veren, yapmaktan kurtulduğu giderler ile kiralananı başka biçimde kullanmakla elde ettiği veya elde etmekten kasten kaçındığı yararları kira bedelinden indirmekle yükümlüdür.

Bu nispi emredici nitelikte hüküm[9] ile kira ilişkisini sözleşme süresine ve fesih dönemine uymadan sona erdiren kiracının sorumluluğu düzenlenmiştir. Esas itibarıyla, kiracı kiralananın erken iadesiyle[10] kira sözleşmesini haksız olarak feshetmektedir. Bundan dolayı kiracının kira sözleşmesinden doğan borçlarının makul süre içerisinde devam etmesi sonucunda yapması gereken ödeme ise esasen kiraya verenin bu haksız fesihten dolayı uğradığı olumlu zararın tazmini niteliğindedir[11]. İade anından on yıllık zamanaşımına tabi olan bu tazminat borcu[12] TBK. m. 325 / f. 1, c. 2 çerçevesinde şayet kiracı makul süre geçmeden evvel ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisini devralmaya hazır yeni kiracı bulursa, sona erecektir. Yargıtay 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde de erken tahliye halinde, kiracının ödeyeceği tazminatın kiralananın aynı koşullarla yeniden kiraya verilebileceği makul süre ile sınırlı olduğu yönünde kararlar vermekteydi[13]. Bununla birlikte kanun koyucu her ne kadar Yargıtay’ın uygulamasını genel hatlarıyla kanun hükmü hâline getirdiyse de Yargıtay kararlarında sıklıkla kullanılan “aynı koşullarla” ifadesi yerine “benzer koşullarla” söz öbeğini tercih etmiştir. Bu durum kiracının sorumluluğunun sona ermesi açısından kiralananın benzer koşullarda kiraya verilmesinin yeterli olacağı sonucu doğuracaktır.

Bir mahsup hükmü olan ikinci fıkrada ise uygun şekilde kiraya verenin, yapmaktan (karşılamaktan) kurtulduğu giderler ile kiralananı başka biçimde kullanmakla elde ettiği veya elde etmekten kasten kaçındığı yararları kira bedelinden indirmekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir.

  1. “III. Olağanüstü fesih”, “1. Önemli Sebepler” kenar başlığını taşıyan TBK m. 331:

Anılan düzenleme şu şekilde düzenlenmiştir:

Taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamını kendisi için çekilmez hâle getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir.

Hâkim, durum ve koşulları göz önünde tutarak, olağanüstü fesih bildiriminin parasal sonuçlarını karara bağlar.

Olağanüstü fesih bir sürekli borç ilişkisinde ortaya çıkan ve taraflardan sürekli borç ilişkisinin devamını beklenemez hale getiren haklı sebep temelinde sözleşmenin, taraflardan birinin diğer tarafa varması gereken irade beyanı yoluyla derhâl sona erdirilmesidir. Haklı sebep TMK. m. 4 uyarınca hâkim tarafından takdir edilecektir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere olağanüstü feshi olağan fesihten ayıran en önemli özellik, bu tek taraflı hukuki işlemin sözleşmeyi derhâl sona erdirmesidir. Bununla birlikte kira sözleşmesinin olağanüstü feshinde bu özellikli durum bulunmamakta; sona erme olağanüstü fesih beyanının karşı tarafa vardığı anda değil varma üzerine işleyen yasal fesih bildirim süresinin bitimiyle kural olarak ileriye etkili sonuç doğurmaktadır. Bu aşamada hükmün atıfta bulunduğu düzenlemelerden belirsiz süreli “taşınmaz ve taşınır kira yapılarında” yasal fesih bildirim sürelerini düzenleyen TBK. m. 329’u zikretmek gerekir. Anılan düzenleme şu şekildedir:

“Taraflardan her biri, bir taşınmaza veya taşınır bir yapıya ilişkin kira sözleşmesini yerel âdette belirlenen kira döneminin sonu için veya böyle bir âdetin bulunmaması durumunda, altı aylık kira döneminin sonu için, üç aylık fesih bildirim süresine uyarak feshedebilir.”

Bu noktada belirtmek gerekir ki, kanun koyucu TBK. m. 331 / f. 1’de sadece yasal fesih bildirim sürelerine uyulmasını aramış olmakla birlikte fesih dönemlerine uymak zorunluluğu düzenlememiştir. Düzenlemedeki “her zaman” ifadesi bunun göstergesidir[14].

Düzenlemenin ikinci fıkrasında olağanüstü fesih sonucu ortaya çıkacak olan parasal sonuçların somut olayın durum ve koşulları dikkate alınarak hâkim tarafından tespit edileceği belirtilmektedir. Bu bağlamda hâkim, önemli sebep oluşturan olay ya da olgunun hangi taraf açısından ortaya çıktığı, buna sebep olan tarafın kusurunun bulunup bulunmadığı, sebep olan taraf kusursuz ise feshin bir taraf bakımından ağır sonuçlar doğurup doğurmadığı ve tarafların iktisadi durumlarını dikkate alarak karar verecektir[15].

TBK. m. 331 emredici nitelikte olup, taraflar aralarında yapacakları anlaşma ile önemli sebeple fesih hakkını kaldıramaz ya da sınırlayamazlar. Bununla birlikte tarafların bazı olgu ya da olayların önemli sebep olarak kabul edileceğini sözleşmede kararlaştırmalarına bir engel bulunmamaktadır[16].

Konut ve Çatılı İşyeri Kiraları

  1. “Bağlantılı Sözleşme” kenar bağlığını taşıyan TBK m. 340:

Anılan düzenleme şu şekildedir:

Konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmenin kurulması ya da sürdürülmesi, kiracının yararı olmaksızın, kiralananın kullanımıyla doğrudan ilişkisi olmayan bir borç altına girmesine bağlanmışsa, kirayla bağlantılı sözleşme geçersizdir.

Bu düzenlemeye göre konut ve çatılı işyeri kiralarının kurulması ya da sürdürülmesi kiracının yararı olmaksızın, kiralananın kullanımıyla doğrudan ilişkisi olmayan bir borç altına girmesine bağlanmışsa, bağlantılı sözleşme olarak adlandırılan bu sözleşme kesin hükümsüzlükle sakattır. Özellikle alışveriş merkezi ve iş merkezlerinde karşılaşılan kiraya verenin kiracıya kiralananın kullanımı ile ilgili olmayan bir borcu dayatması sorununa yönelik olarak düzenlenmiş bu hüküm emredici nitelik taşımaktadır.

Bağlantılı sözleşme yasağından söz edebilmek için, öncelikle kira sözleşmesine yabancı bir edimin taraflarca kararlaştırılmış olması ve bağlantılı sözleşmenin ister kira sözleşmesinde bir yan edim olarak isterse de kira sözleşmesinden ayrı bir sözleşmede kararlaştırılmış olsun kira sözleşmesinin olmazsa olmazı niteliğinde olması gerekir[17].

Bağlantılı sözleşme yasağının uygulama alanını tespit edebilmek için ilk olarak bağlantılı sözleşmenin mevcudiyetinin tespiti gerekmektedir. Bunun varlığı açısından önem taşıyan, kira sözleşmesi ile kararlaştırılan yan edim arasında açık ya da örtülü sıkı bağlantının bulunmasıdır. Bu takdir edilirken her somut olayın durum ve koşullarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu noktada kira sözleşmesinde yabancı edime yer verilmiş olması ya da kira sözleşmesi ile ondan ayrı yapılmış bağlantılı sözleşmenin aynı tarihli olması özellikle bağlantılı sözleşmenin varlığı açısından önemli belirtilerdir[18].

Sıkı bağlantının tespiti TBK. m. 340’ın uygulanması açısından tek başına yeterli olmayıp, bağlantılı sözleşmeyle kiracının kiralananın doğrudan kullanımıyla ilgili olmayan bir borca girmiş olması gerekmektedir. Kullanıma ilişkin yan borçlar, rekabet etmeme yükümlülüğü, kiracının kendi kiraladığı yeri sigortalama zorunluluğu,  alışveriş merkezi ya da iş merkezi kiralamalarında görülen kiracıya ücret karşılığı otoparkta yer tahsisine ilişkin sözleşmeler, sekreterlik hizmeti, temizlik hizmeti ya da internet hizmeti gibi hizmetlerin kullanıma bağlı olarak ek ücretin talep edildiği hazır ofis kira sözleşmeleri bu yasak kapsamında değerlendirilemez. Bununla birlikte kiracının önceki kiracının bıraktığı eşyaları satın almaya zorlanması ya da kiracının kiralayana karşı kiralananı satın alma yükümü altına girmesi TBK. m. 340 uyarınca kesin hükümsüzlükle sakattır[19].

Son olarak bağlantılı sözleşme yasağından bahsedebilmek için kiracının kiralananın doğrudan kullanımıyla ilgili olmayan borcun kiracının yararına olmaması gerekmektedir. Bu noktada tespit edilmesi güç olsa da bağlantılı sözleşme yapma talebinin kiracıdan gelmesi kiracının bağlantılı sözleşme yapılmasında yararı olduğuna dair bir emare olabilir. Bununla birlikte özellikle kiracının borcunun kiralananın kullanımıyla doğrudan ilgili olsa dahi eğer edimler arası dengesizlik söz konusu ise ya da bir hizmetin ya da malın belirli bir kişiden alınması zorunlu kılınmış ise kiraya veren tarafından kiracıya dayatmada bulunulduğu kabul edilecek ve borç kiralananın kullanımıyla doğrudan ilgili olsa dahi TBK. m. 340 uyarınca kesin hükümsüz olacaktır[20].

Bağlantılı sözleşme yasağı kapsamında değerlendirilen sözleşmelerin mutlaka kiracı ve kiraya veren arasında kurulması gerekli değildir. Yukarıdaki şartları taşıyan ve kiracı ile üçüncü kişi arasında gerçekleşen sözleşmeler de bağlantılı sözleşme yasağına aykırılıktan kesin hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşabilir[21].

TBK. m. 340. açıkça “kirayla bağlantılı sözleşmenin” geçersizliğinden bahsetmektedir. Başka deyişle buradaki hükümsüzlük zorunlu kısmi hükümsüzlüktür. Bu noktada önemli olan husus bağlantılı sözleşme yasağına aykırılık halinde TBK. m. 27 / f. 2, c. son’un uygulama alanı bulamayacak olmasıdır. Diğer bir ifadeyle bu düzenleme uyarınca kiraya verenin bağlantılı sözleşmenin geçersiz olduğunu bilse idi kira sözleşmesini de yapmayacağını ileri sürmesi mümkün değildir. Bunun yanında geçersizliği sadece bağlantılı sözleşme hükümleri ile sınırlı tutarak kira sözleşmesinin aynı koşullarda devam edeceğini kabul etmek TBK m. 340 hükmünün amacı ile bağdaşmayacaktır. Şöyle ki, kimi durumlarda kira bedeli gerek kira sözleşmesi gerekse bağlantılı sözleşme için bir bütün olarak kararlaştırılmış olabilir. Bu durumda bedelden indirime gidilmesi gerekir. Ayrıca bağlantılı sözleşme yasağına aykırılık halinde kiracının kiraya verenden culpa in contrahendo temelinde olumsuz zararın tazminini talep edebileceği (özellikle sözleşme kurma masrafları) kabul edilmektedir[22].

  1. “Kiracının güvence vermesi” kenar bağlığını taşıyan TBK m. 342

Anılan düzenleme şu şekildedir:

Konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmeyle kiracıya güvence verme borcu getirilmişse, bu güvence üç aylık kira bedelini aşamaz.

Güvence olarak para veya kıymetli evrak verilmesi kararlaştırılmışsa kiracı, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, parayı vadeli bir tasarruf hesabına yatırır, kıymetli evrakı ise bir bankaya depo eder. Banka, güvenceleri ancak iki tarafın rızasıyla veya icra takibinin kesinleşmesiyle ya da kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak geri verebilir.

Kiraya veren, kira sözleşmesinin sona ermesini izleyen üç ay içinde kiracıya karşı kira sözleşmesiyle ilgili bir dava açtığını veya icra ya da iflas yoluyla takibe giriştiğini bankaya yazılı olarak bildirmemişse banka, kiracının istemi üzerine güvenceyi geri vermekle yükümlüdür.

Konut ve çatılı işyeri kiraları bakımından sevk edilen bu hükmün uygulama alanı güvence olarak para ve kıymetli evrak verilmesine ilişkindir. Aksi kararlaştırılmamış olduğu müddetçe kira sözleşmesinden doğan bütün borçlar için teminat teşkil ettiği kabul edilen güvencenin ne zaman verileceğine dair herhangi bir sınırlamanın öngörülmediği bu hükümde[23] güvence bedeline ilişkin iki temel kısıtlama getirilmiştir. Bunlardan ilki güvence bedelinin (depozito) miktarına; ikincisi ise kiracı ve kiraya verenin güvence bedeli üzerinde tasarrufta bulunma serbestine ilişkindir.

Anılan hükmün ilk fıkrasında güvence miktarının üç aylık kira bedelini aşamayacağını düzenlenmektedir. Bu miktar tespit edilirken kira sözleşmesinin kurulduğu an esas alınacaktır. Kanunda özel olarak düzenlenmiş alacak rehni niteliğindeki güvence bedelinin kanundaki yasal sınırı aşan miktarda kararlaştırılması durumunda yasal sınırı aşan kısım zorunlu kısmi hükümsüzlük temelinde geçersiz olacak ve bu kısmın iadesi talep edilebilecektir[24].

TBK. m. 342’de kanuna uygun şekilde tespit edilen depozito bedelin vadeli bir tasarruf hesabına yatırılmasının düzenlenmiştir. Bu hüküm, Yargıtay’ın güvence bedelinin özellikle enflasyon karşısında değer kayıplarını engellemek için  “ortalama faiz getiren bir banka hesabına yatırılması”nın bir önlem olarak zikrettiği içtihatları ile uyumludur[25]. Bu hesap kiracı tarafından kendisi adına açılacaktır[26].

Bu hükümle getirilen diğer bir sınırlama ise kiracı ve kiraya verenin güvence bedeli üzerinde tasarruf edebilmelerine yöneliktir. Daha açık ifade etmek gerekirse gerek kiraya verenin güvenceden kesinti yapma hakkı gerekse de kiracının güvence üzerinde serbestçe tasarruf hakkı belirli şartlara bağlanmıştır. Bunlara dair özel durumlara geçmeden belirtmek gerekir ki, her şeyden önce, TBK. m. 342 / f. 2, c. 2 uyarınca tarafların birlikte hareket etmeleri ve içlerinden birine güvence bedelini bankadan almak konusunda izin vermeleri mümkündür. Bunun dışında bazı şartların gerçekleşmesi halinde de kiraya verenin veya kiracının güvence üzerinde serbestçe tasarrufta bulunma hakları mevcuttur. Bu bağlamda kiraya verenin güvenceden kesinti yapabilmesi kesinleşmiş bir icra takibinin ya da mahkeme kararının mevcudiyetini gerektirmekte iken kiracının bu güvence üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilmesi kiraya veren tarafından bir dava açılmaksızın ya da icra ya da iflâs yoluyla takip başlatılmaksızın kira sözleşmesinin bitiminden itibaren üç aylık sürenin geçmesine bağlıdır. Böylece hüküm hem kiracının depozitoyu geri alabilmesinin, hem de kiraya verenin depozitodan kesinti yapabilmesinin şartlarını düzenlemiş olmaktadır[27].

Son olarak belirtmek gerekir ki, güvence verme borcunun yerine getirilmemesi sözleşmenin feshine yönelik herhangi bir hak vermeyecektir[28].

  1. “E. Kira Bedeli” “ 1. Genel Olarak” kenar başlığını taşıyan TBK m. 343:

Anılan düzenleme şu şekildedir:

Kira sözleşmelerinde kira bedelinin belirlenmesi dışında, kiracı aleyhine değişiklik yapılamaz.

Bilindiği üzere, TBK. m. 347 / f. 1 uyarınca konut ve çatılı işyerlerinde belirli süreli kira sözleşmesinin süresinin sona ermesinden en az on beş gün öncesine kadar kiracının aksi yönde bir irade beyanı olmadıkça kira sözleşmesi aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılacaktır. Böylelikle kira sözleşmesinin aynı koşullarla korunması amaçlanmışsa da bu durumun istisnası kira bedelidir. Enflasyon olgusu sebebiyle kira bedelinin uzama süresinde de aynı kalacağının kabulü mümkün değildir. Dolayısıyla burada kiracı aleyhine değişiklik yapılama yasağının bir istisnası olarak kira bedelinin belirlenmesi karşımıza çıkmaktadır[29]. Fakat bu hüküm tekrar yürürlüğe girmesi uygulama açısından bir değişikliğe sebebiyet vermeyecektir. Şöyle ki, benzer nitelikte emredici bir düzenleme 6570 sayılı Kanun’un 9. maddesinde de mevcuttur.

  1. “E. Kira Bedeli” “ Belirlenmesi” kenar başlığını taşıyan TBK m. 344:

Anılan düzenleme şu şekildedir:

Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.

Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir.

Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hâkim tarafından tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. Her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedeli, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebilir.

Sözleşmede kira bedeli yabancı para olarak kararlaştırılmışsa 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun hükümleri saklı kalmak şartıyla, beş yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamaz. Ancak, bu Kanunun, “Aşırı ifa güçlüğü” başlıklı 138 inci maddesi hükmü saklıdır. Beş yıl geçtikten sonra kira bedelinin belirlenmesinde, yabancı paranın değerindeki değişiklikler de göz önünde tutularak üçüncü fıkra hükmü uygulanır.

İlk fıkraya göre tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Önemle vurgulamak gerekir ki, bu fıkranın ikinci cümlesinde “Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.” denilmek suretiyle sadece yenilenen kira dönemlerindeki değil, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde sözleşme süresi içerisindeki artışların geçerliliği de TBK. m. 344 / f. 1’deki kurala tâbi kılınmıştır[30]. Gerek yenilenen kira dönemlerinde gerekse de sözleşme süresi içerisindeki artışların TBK. m. 344 / f. 1’deki oranı aşması halinde kanuni sınırı aşan kısım hükümsüz kabul edilecek ve artış oranı bir önceki kira yılında tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranı ile sınırlı olacaktır.

İkinci fıkraya göre ise taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenecektir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, taraflar arasında yenilenen kira dönemleri bakımından bir anlaşmanın bulunmaması halinde bu dönemler için kira bedeli hâkim tarafından belirlenecektir. Bununla birlikte hâkimin bu konudaki takdir yetkisi hem miktar açısından hem de bedelin belirlenmede dikkate alması gereken maddî kıstaslar bakımından sınırlandırılmıştır. Bu bağlamda hâkim kira bedelini bir önceki kira yılının tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranını aşmayacak şekilde kiralananın durumunu da göze alarak hakkaniyete göre belirleyebilecektir. Burada dikkat edilmesi gereken kavram “kiralananın durumu”dur. Taşınmazın durumundan anlaşılması gereken taşınmaza ait olgular olup, emsal kira bedellerine dair bir değerlendirmede bulunmaktan kaçınılmalıdır[31] 

Üçüncü fıkrada ise beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedelinin, hâkim tarafından tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirleneceği düzenlenmektedir. Hâkim bu fıkradaki şartların gerçekleşmesi halinde kira bedelini belirlerken tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını, kiralananın durumunu ve emsal kira bedellerini göz önünde tutarak hakkaniyete göre karar verecektir. Düzenlemede kira bedeli belirlenirken hâkim tarafından göz önünde bulundurulacak hususlar değerlendirildiğinde kanun koyucunun bu fıkra uyarınca hâkime rayiç kira bedelini belirleme yetkisi tanıdığı görülmektedir[32]. Bu fıkranın ikinci cümlesinde ise her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedelinin, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebileceği belirtilmektedir.

Son fıkrada ise Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun[33] ve “Aşırı ifa güçlüğü” başlıklı Türk Borçlar Kanunu’nun 138 inci maddesi hükmü hükümleri saklı kalmak kaydıyla,  yabancı para olarak kararlaştırılan kira bedelinde beş yıl geçmedikçe değişiklik yapılamayacağı düzenlenmiştir. Bu fıkranın son cümlesinde ise beşinci yılın sonunda taraflardan her birinin rayiç kira bedelinin tespitini talep edebileceği ve böylelikle bu nitelikteki kira bedellerinde de artışın gerçekleşebileceği düzenlenmiştir[34].

  1. “Kiracı aleyhine düzenleme yasağı” kenar başlığını taşıyan TBK m. 346:

Anılan düzenleme şu şekildedir:

Kiracıya, kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir ödeme yükümlülüğü getirilemez. Özellikle, kira bedelinin zamanında ödenmemesi hâlinde ceza koşulu ödeneceğine veya sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin anlaşmalar geçersizdir.

Kiracı lehine emredici hükümler içeren bu maddenin ilk cümlesinde kiracının kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir ödeme yükümlülüğünün getirilemeyeceği belirtilmiş; ikinci cümlede ise kira bedelinin zamanında ödenmemesi halinde ceza koşulu ödeneceğine veya sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına (muacceliyet koşulu) ilişkin anlaşmaların geçersiz olduğu düzenlenemeyeceği öngörülmüştür. Bu düzenlemenin kenar başlığı “kiracı aleyhine düzenleme yasağı” olsa da esasen bu düzenleme kiracıya maddede sayılanlar dışında bir “ödeme yükümlülüğü” yüklenemeyeceğini konu etmektedir. Dolayısıyla ödeme içermeyen (taşınmazın sadece doktor muayenesi olarak kullanılması vb.) yükümlülükler kiracıya yüklenebilecektir.

TBK. m. 346’nın ilk cümlesinde kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir ödeme yükümlülüğünün kiracıya yüklenemeyeceği düzenlenmiştir. Düzenlemenin uygulama alanının belirlenebilmesi açısından kanunda tanımı yapılmamış “yan giderler” kavramının incelenmesi gerekmektedir. Doktrinde “yan giderler” kiralananın kullanımı ile ilgili olarak kiraya veren veya üçüncü kişiler tarafından yapılan harcamalar şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere kiralananla dolaylı ilgili olarak yapılan harcamalar bu kapsama girmeyecektir. Örnek vermek gerekir ise alışveriş merkezlerinde ortak gider olarak ifade edilen bedelin bir kısmı yan gider olarak kabul edilebilecekken bir kısmı (tanıtım ve reklam giderleri) ise yan gider kapsamında değerlendirilemeyecektir[35]. Bu düzenlemenin kapsamıyla ilgili olarak belirtilmesi gereken diğer bir husus ise bu düzenlemenin dar yorumlanması gerektiğidir. Bu bağlamda yalnızca kira sözleşmesinde bulunması olağan olmayan yükümlülüklerin bu yasak kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Özellikle güvence bedeli ve diğer teminatların verilmesi yükümlülüğü, bir yan gider olmamasına rağmen, bu hükmün kapsamına girmeyecektir[36].

İncelenmesi gereken bir diğer hüküm ise TBK. m. 346’nın ikinci cümlesidir. Bu cümle ile tahliye sebeplerinin sınırlı sayıda olması ilkesinin etkisiz hale getirilmesinin engellenmesi amaçlanmıştır. Öncelikle, bu cümlenin ceza koşuluna ilişkin kısmını incelemek gerekir. Düzenlemeden de anlaşılacağı üzere yasaklanan “ kira bedelinin zamanında ödenmemesi hâlinde ceza koşulu ödeneceğine” ilişkin sözleşme kayıtlarıdır. Dolayısıyla hükmün ceza koşuluna ilişkin kısmının geniş yorumlanmaması ve ödememe haline ilişkin olmayan cezai şartların geçerli sayılması gerekir. Bu bağlamda kiralananın sözleşme süresi sonunda tahliye edileceğini dair verilen yazılı taahhütte belirlenecek olan ceza koşulunun bu hüküm çerçevesinde yasaklanması mümkün değildir[37]. Cümlenin diğer kısmında ise muacceliyet koşulları da yasaklanmıştır. Muacceliyet koşulları, bir kira bedelinin ödenmemesi hâlinde, o kira dönemine ilişkin tüm kira bedellerinin doğup muaccel olacağına ilişkin sözleşme kayıtlarıdır. Bu tür kayıtların da artık kesin hükümsüzlükle sakat olacağında ve hüküm doğurmayacağında şüphe yoktur.

TBK. m. 346’ya aykırı olarak düzenlenen yükümlülüklerin sözleşmenin kurulması sırasında veya sonradan yerine getirilmesi durumunda kiracı ödediği bu tutarları sebepsiz zenginleşme kapsamında talep edebilecektir[38].

  1. “Dava sebeplerinin sınırlılığı” kenar başlığını taşıyan TBK m. 354:

Anılan düzenleme şu şekildedir:

Dava yoluyla kira sözleşmesinin sona erdirilmesine ilişkin hükümler, kiracı aleyhine değiştirilemez.

Bu hüküm ile kanun tarafından öngörülmeyen sona erme sebeplerinin dışında bir düzenlemenin kiracı aleyhine değiştirilemeyeceği düzenlenmiştir. Nispi emredici nitelikte bulunan bu düzenleme uyarınca konut ve çatılı işyeri kiraları açısından mevcut tahliye sebepleri değiştirilemeyeceği gibi kiraya veren lehine yeni tahliye sebeplerinin öngörülmesi de mümkün değildir[39].

Bu yazı Faruk Aktay, Husrev Ayten ve Aysu Gürbüz tarafından kaleme alınmıştır.  

[1] 5 Temmuz 2012 tarih ve 28344 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun

[2] 4 Şubat 2011 tarih ve 27836 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu

[3] Nitekim Y. 3. HD, T. 14.10.2004, E. 2004/9625, K. 2004/10945 kararı şu şekildedir: “… kira sözleşmesinde kiralayanın bu ilişkiden ayrıldığı ve kendisinin yerine davacıyı ikame ettiği, bu hukuksal olguya cevabi ihtarname ile davalının onay verdiği anlaşılmaktadır. O halde bütünlük içerisinde ve üç taraflı olarak kendine özgü bir şekilde ‘sözleşmenin yüklenildiği’ nin kabulü gerekecektir…” (Kazancı İçtihat Bankası)

[4] Seçkin Topuz / Ferhat Canbolat, “Kira İlişkisinin Devri”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S: 95, 2011, s. 105.

[5] Topuz / Canbolat, Devir, s. 115.

[6] Taraf değişikliği kiracı, kiraya veren ve devralan arasındaki sözleşmenin yapıldığı ya da kiraya verenin izniyle bu sözleşmenin kurulması halinde devir sözleşmesinin yapıldığı anda hüküm ifade edeceğinde herhangi bir şüphe yoktur. Esasen bu sözleşmenin devreden ile devralan arasında kiraya verenin rızası olmaksızın yapılması halinde de sonuç değişmeyecek; onamanın yapılmasıyla birlikte sözleşme geçmişe etkili olarak hüküm ifade edeceği için yine sözleşmenin kurulduğu anda hüküm ifade edecektir. Benzer Topuz / Canbolat, Devir, s. 118-119.

[7] Topuz / Canbolat, Devir, s. 121-122.

[8] Murat İnceoğlu, Kira Hukuku, Cilt: 1, 2014, s. 558. Karşıt görüş için bkz. Topuz / Canbolat, Devir, s. 124.

[9] İnceoğlu, Kira, C: 1, s. 625.

[10] Yargıtay taşınmaz kiraları bakımından tahliyenin gerçekleştiğinin kabulü için anahtar teslimin gerçekleşmesini ya da mahkemenin göstereceği yere tevdi edilmesini aramaktadır.

[11] İnceoğlu, Kira, C: 1, s. 635-636.

[12] İnceoğlu, Kira, C: 1, s. 652-653.

[13] Ahmet Türkmen, “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun Kira Sözleşmesine İlişkin Yürürlüğü Ertelenen Hükümlerinin Değerlendirilmesi”, Ankara Barosu Dergisi. Yıl: 2015 S: 1, s. 353.  Y. 6. HD. E. 2010/12070, K. 2011/2305, T. 2.3.2011; Y. 6. HD., E. 2012/5538, K. 2012/10456, T. 11.7.2012; Y. 6. HD., E. 2012/171, K. 2012/5804, T. 12.4.2012; Y. 6. HD., E. 2013/2864, K. 2013/14793, T. 4.11.2013; Y. 6. HD., E. 2012/17180, K. 2013/10954, T. 24.6.2013. (Kazancı İçtihat Bankası)

[14] Murat İnceoğlu, Kira Hukuku, Cilt: 2, 2014, s. 248-249.

[15] Gülşah Sinem Aydın, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Kira Sözleşmesine İlişkin Genel Hükümleri Çerçevesinde Kira Sözleşmesinin Sona Ermesi, 2013, s. 231-232.

[16] Bununla birlikte taraflar kira ilişkisinin ancak ve ancak kararlaştırılan sebeplere dayanılarak önemli sebeple feshedilebileceğini kararlaştıramayacakları gibi bazı olguların haklı sebep teşkil etmeyeceği yönünde anlaşma da yapamazlar. Olağanüstü fesih hakkının nispi emredici karakteri ve hak üzerinde tarafların yapabileceği istisnai tasarruflar konusunda bkz. Aydın, Kira Sözleşmesinin Sona Ermesi, s. 210-212.

[17] İnceoğlu,  Kira, C: 2, s. 39.

[18] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 41.

[19] İnceoğlu, Kira, C: 2,  s. 43-47.

[20] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 48-51.

[21] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 53-55

[22] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 56-58.

[23] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 66-67.

[24] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 68-72.

[25] Y. 3. HD., T. 24.02.2003, E. 2003/271, K. 2003/1640 kararı şu şekildedir: “ … Kiralayanın depozitonun değerini artırma yükümlülüğü elbette yoktur. Ancak kendisine teminat olarak bırakılan depozitonun enflasyon karşısında değerini kaybetmemesi için MK.m.2’deki iyi niyet kuralları çerçevesinde gerekli önlemleri alması gerekir. Paranın değerinin en azından sabit kalması için uygulamada çoğunlukla döviz veya altın alma ya da parayı bir banka hesabına yatırma yoluna gidilmekte ise de; kurların tespitinin ayrı bir işlem gerektirmesi ve kaydi işlemlerinin yapılmamasından dolayı alınabilecek önlemler içinde en kolay yol, depozitonun ortalama faiz getiren bir banka hesabına yatırılmasıdır…. “

[26] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 73-74. Bu zorunluluk uygulamada sıklıkla gözlemlenen kiracıların son ayın ya da ayların kirası ile güvence bedeli alacaklarını takas etmelerine dair temayülü ortadan kaldıracaktır. Bunun temel sebebi ise güvencenin kiracı adına açılan hesaba yatırılması sonucunda bankanın güvence bedelinin iadesinin borçlusu olması ve bu yüzden de kiracının güvence bedelinin iadesi alacağını kiraya verene karşı ileri süremeyeceğinden kendi kira borcu ile bu alacağı takas edemeyecek olmasıdır.

[27] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 83-84.

[28] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 81.

[29] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 122-123.

[30] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 132.

[31] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 137.

[32] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 140.

[33] 25 Şubat 1930 tarih ve 1433 sayılı  Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun

[34] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 151-152.

[35] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 104.

[36] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 105.

[37] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 112-113.

[38] İnceoğlu, Kira, C: 2, s.110.

[39] İnceoğlu, Kira, C: 2, s. 183.

Ticari Elektronik İletilere İlişkin Uyum Çalışmaları

1 Mayıs 2015 tarihinde yürürlüğe giren 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun[1] (“Kanun”) daha önce e-ticaret ve ticari elektronik iletilere ilişkin yeni düzenlemeler getirmişti.

Kanun’un usul ve esaslarına ilişkin olarak 15 Temmuz 2015 yürürlüğe giren Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelik[2] (“Yönetmelik”) ile ticari elektronik ileti içeriği, alıcılardan alınması gerekli olan onaylar, ret hakkı ve onay alma zorunluluğunun istisnaları düzenlenmiştir.

Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik[3] (“Değişiklik Yönetmeliği”) (hepsi birlikte “Mevzuat”) ile ise ticari elektronik iletiler ile ilgili onay, ret ve şikâyet işlemlerinin yönetilmesi için kurulan Ticari Elektronik İleti Yönetim Sistemi (“İYS”) adında bir sitemin kurulmasına karar verilmiştir.

Bu yazımızda ticari elektronik iletilere ilişkin olarak İYS’ye kayıt yükümlülüğü başta olmak üzere Mevzuat’tan kaynaklanan yükümlülükler ve bu yükümlülüklere ilişkin olarak yapılması gereken uyum çalışmaları ele alınacaktır.

1.Ticari Elektronik İletilerde Onay Alınması

Kanun’un 6. maddesi uyarınca ticari elektronik ileti göndermek için alıcıların onayının önceden alınmış olması şarttır. Değişiklik Yönetmelik’e göre ise alınan tüm onayların İYS’ye kaydı gerekir. Hizmet sağlayıcı alıcıdan aldığı onayı 3 iş günü içerisinde İYS’ye kaydetmek zorundadır. Aksi halde onay geçersiz sayılacaktır. Alınan onay alıcı tarafından reddedilmediği sürece geçerli olacaktır.

Hizmet sağlayıcıların onay almasını gerektirmeyen istisnai durumlar ise Yönetmelik’in 6. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre aşağıdaki durumlarda alıcının onayının alınmasına gerek bulunmamaktadır:

  • Alıcı, bilgilerini hizmet sağlayıcıya gönüllü olarak verdiyse ve mesaj, halihazırda elde edilmiş olan mal veya hizmetlerin değiştirilmesi, kullanımı ve bakımı ile ilgili ise;
  • Devam eden abonelik, üyelik veya ortaklık durumu ile ilgili tahsilat, borç hatırlatma, bilgi güncelleme, satın alma ve teslimat veya benzeri durumlara ilişkin bildirimleri içeren; fakat başka bir ürünün veya hizmetin tanıtımını içermeyen elektronik mesaj;
  • Tacir veya esnaf olan alıcıların elektronik iletişim adreslerine gönderilen ticari elektronik iletiler için; ve
  • Sermaye piyasasına ilişkin mevzuat uyarınca aracılık faaliyetinde bulunan şirketlerce müşterilerine bilgilendirme amaçlı gönderilen ticari elektronik iletiler.

Ticari elektronik iletilerde önem taşıyan bir diğer husus ise alıcıdan alınan onayların gerekli şartları taşımasını gerekir. Çünkü, alıcıdan alınan onayın gerekli şartları taşımaması halinde geçersizliği söz konusu olacak ve hizmet sağlayıcısına Kanun’un 12. maddesinde sayılan cezai sorumluluklar uygulanabilecektir. Bu sebeple alıcıdan alınan onayların Yönetmelik’in 7. maddesine uygun olması önem taşımaktadır. Maddeye göre, “onay, yazılı olarak veya her türlü elektronik iletişim aracıyla ya da İYS üzerinden” alınabilecektir. Bir onayın aşağıdaki unsurları içermesi gerekir:

  • Alıcının ticari elektronik ileti gönderilmesini kabul ettiğine dair olumlu irade beyanı;
  • Alıcının adı ve soyadı;
  • Alıcının elektronik iletişim adresi; ve
  • Alıcının imzası (Onayın fiziki ortamda alınmış olması şartıyla).

2. Ticari Elektronik İletinin İçeriği

Yönetmelik’in 8. maddesi uyarınca ticari elektronik iletinin içeriğinin alıcıdan alınan onaya uygun olması gerekir. Buna göre ticari elektronik iletinin:

  • Konusunda (başlığında) veya içeriğinde iletiyi gönderene ait bilgiler (MERSİS numarası, adres vb.);
  • İçeriğinde alıcının hizmet sağlayıcıya ulaşabilmesini sağlayacak olan telefon, faks, kısa mesaj numarası ve elektronik posta adresi gibi erişilebilir durumdaki iletişim bilgileri; ve
  • İçeriğinden açık bir biçimde anlaşılmıyorsa tanıtım, kampanya ve bilgilendirme gibi niteliği belirleyici bir ibare.

3. Alıcının Reddetme Hakkı

Kanun’un 8. maddesi ve Yönetmelik’in 9. maddesi uyarınca alıcı gerekçe göstermeksizin ticari elektronik ileti almayı reddedebilecek, daha önce verdiği onayı geçersiz kılabilecektir. Ek olarak hizmet sağlayıcılarının Kanun’un 8. maddesi ve Yönetmelik’in 9. maddesinin 4. fıkrası uyarınca alıcıya gönderdiği her iletide ret bildirimi imkânı alıcıya tanınmalıdır.  Dolayısıyla ret bildirim imkânı içermeyen her ticari elektronik ileti Kanun’a ve Yönetmelik’e aykırı olacaktır.

4. İYS’ye Kayıt Olunması

Mevzuat ile getirilen en önemli düzenleme T.C. Ticaret Bakanlığı (“Bakanlık”) tarafından İYS’nin kurulmasına karar verilmiş olmasıdır. İleti Yönetim Sistemi A.Ş.’ye ait İYS ile aşağıdakiler sağlanmıştır:

  • Alıcıların hangi firmalara ticari elektronik ileti için onay verdiğinin tespit zorluğu ve alıcının verdiği onayların iptali için her hizmet sağlayıcı ile tek tek iletişime geçmek zorunda kalması gibi mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması;
  • Hizmet sağlayıcılar alıcılara ticari elektronik ileti gönderebilmek için ihtiyaç duydukları alıcı onaylarını artık sistem üzerinden alabilecekler;
  • Mevcut onayları sistemde güvenli olarak saklanabilecek;
  • Alıcılar tarafından ret ve onay işlemleri ile birlikte şikayetlerin kolaylıkla yapılabilecek; ve
  • Kamunun ileti şikayetlerini ve şikâyete konu izin durumlarını görüntüleyebilecek.

Değişiklik Yönetmelik’in 4. maddesi ile Yönetmelik’in 5. maddesine eklenen hüküm gereğince ticari elektronik ileti göndermek isteyen tüm gerçek ve tüzel kişilerin İYS’ye kayıt yükümlülüğü bulunmaktadır.

İYS’ye kayıtlar aşağıdaki takvim doğrultusunda yapılabilecektir:

  • Ocak 2020 itibariyle hizmet sağlayıcılar için İYS kayıt başvuruları açıldı;
  • Haziran 2020 itibariyle hizmet sağlayıcılar için İYS platformu açıldı;
  • 31 Ağustos 2020 tarihi hizmet sağlayıcıların yönetmeliğe uygun olarak bu tarihe kadar aldıkları onayları İYS’ye aktarmak için son günleri olacaktır. Bu tarihe kadar İYS’ye girişi yapılmayan onaylar geçerli sayılmayacak olup İYS’de onayı bulunmayan alıcılara ticari elektronik ileti gönderilemeyecektir. Onayı alındığı bildirilen alıcılara onaylarının İYS’ye yüklendiği bildirilecek ve alıcılar bu tarihten itibaren reddetme haklarını kullanabileceklerdir. Ayrıca bu tarihte İYS alıcılar (vatandaşlar) için de açılacaktır.

30 Kasım 2020 tarihi İYS’ye erişim sağlayabilen alıcıların İYS’deki onaylarına ilişkin ret bildirimi yapması için son tarihtir. Bu tarihe kadar ret haklarını kullanmayan bu alıcılar bu tarihten sonra onay vermiş olarak kabul edilecektir. Bu tarihten sonra gönderilecek iletilerde İYS’den alıcının onay kontrolünün yapılması zorunlu olmuştur.

5. İYS’ye Kayıt İşlemlerinin Gerçekleştirilmemesinin Sonuçları

Yukarıda da belirtildiği üzere hizmet sağlayıcıların 31 Ağustos 2020’ye kadar İYS’ye kaydetmediği alıcı onayları geçersiz kabul edilecektir. Dolayısıyla bu tarihten sonra hizmet sağlayıcılar söz konusu alıcılardan yeni bir onay almadan alıcılara ticari elektronik ileti gönderemeyeceklerdir. Hizmet sağlayıcının alıcıdan onay almamış olmasına veyahut bu onayı İYS’ye bildirmemiş olmasına rağmen alıcıya ticari elektronik ileti göndermesi durumunda alıcılar 3 ay içerisinde şikâyette bulunabilecektir. Hizmet sağlayıcının Kanun’a ve ilgili mevzuata aykırı hareket ettiğinin tespit edilmesi durumunda hizmet sağlayıcı hakkında Kanun’un 12. maddesi çerçevesinde idari para cezası uygulanacaktır. Uygulanan idari para cezaları Yönetmelik’in 17. maddesinin 2. fıkrasına hükmüne göre tebliğ tarihinden itibaren 1 ay içerisinde ödenecektir.

6. Elektronik Ticari İletilere Uyum Çalışmaları

Elektronik ticari ileti uyum çalışmaları aşağıdaki gibidir:

  • İYS’ye kaydolunması,
  • Halihazırda alınmış olan ticari elektronik ileti onaylarının, ispat görevi görebilecek olan izin metinlerinin İYS tarafından belirlenecek formata dönüştürülerek İYS’ye yüklenmesi,
  • Mevcut onay alma süreçlerinin Mevzuata uygun hale getirilmesi,
  • Hizmet sağlayıcının mevcutta kullandığı elektronik ticari ileti yönetim sisteminin Mevzuata uygun şekilde onay/ret bilgilerini alabilecek, İYS’ye bunları bildirebilecek ve ileti gönderimleri öncesinde onay kontrolü yapabilecek şekilde düzenlenmesi ve geliştirilmesi,
  • Mevcut onay ve ileti gönderimlerine ilişkin kayıt saklama sürelerinin güncellenmesi.

Daha fazla bilgi için lütfen iletişime geçiniz.

[1] 5 Kasım 2014 tarih ve 29166 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Kanun

[2] 15 Temmuz 2015 tarih ve 29417 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelik

[3] 4 Ocak 2020 tarih ve 30998 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan . Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

Geçit Hakkı Tesisi

Ülkemizde arazilerin zamanla bir bütün olarak alınıp satılmasının güçleşmesiyle küçülen arazilerin kimisinin yol ile bağlantısının ortadan kalkmış olması ve kadastro çalışmaları sonucu yol ihtiyaçlarının belirmesi sebepleriyle geçit hakkı tesisi önem kazanmıştır. Zorunlu geçit hakkı, Türk Medeni Kanunu’nun[1] (“Kanun”) 747. maddesinde yenilik doğuran bir hak olarak düzenlenmiştir. Ayrıca geçit hakkı tesisi bir ayni bir borç ilişkisi doğurmaktadır. Diğer bir deyişle, üzerinde geçit hakkı tesis edilen taşınmaz bir başkasına devredilse dahi yeni malik de geçit hakkı tesisine uymak zorunda kalacaktır.

Kanun’un 747. maddesi şu şekildedir:

Taşınmazından genel yola çıkmak için yeterli geçidi bulunmayan malik, tam bir bedel karşılığında bir geçit hakkı tanınmasını komşularından isteyebilir.

Bu hak, ilk önce kendisinden bu geçidin istenmesi önceki mülkiyet ve yol durumuna göre en uygun düşen komşuya karşı ve daha sonra bundan en az zarar görecek olana karşı kullanılır.

Zorunlu geçit iki tarafın menfaati gözetilerek belirlenir.

Geçit hakkı tesisi için yola bağlantısı olmayan arazi sahibinin önünde iki seçenek olacaktır. Bunlardan ilki yola bağlantısı olan komşu arazinin maliki ile yapılacak olan irtifak sözleşmesi iken diğeri ise uygun bir bedel karşılığında geçit hakkı tesisi için mahkemeye başvurulacak olmasıdır.

Geçit hakkı komşuluk hukukundan kaynaklanmakta olup üzerinde geçit hakkı tesis edilen araziye (taşınmaz) doğal olarak zarar vermektedir. Bu sebeple geçit hakkının tesisi için belirli şartlar aranmaktadır.

  1. Genel Yola Çıkmak İçin Yeterli Geçidin Bulunmaması Gerekir

Geçit hakkı tesisi yoluna başvurabilmek için arazinin genel yol ile yeterli geçidinin bulunmaması veya mevcut geçidin ihtiyacı karşılamaması gerekir[2]. Burada genel yol “yetkili makamlarca genelin kullanılmasına tahsis edilen ve kamudan her bir ferdin başlı başına yararlanmaya yetkili olduğu yol” [3] olarak tanımlanabilecektir.

Genel yola çıkamama durumu mutlak ve nispi olarak iki ayrıma konu olmaktadır. Mutlak genel yola çıkamama durumu geçit hakkı tesisi için başvuran kimseye ait arazinin genel yol ile hiçbir bağlantısının olmaması durumudur. Fakat nispi genel yola çıkamama durumunda ise başvuranın arazisinin genel yola bağlantısı olsa da bu yol nitelik veya niceliği itibariyle gereksinimleri karşılayacak bir durumda değildir. Bu ikinci durum son yıllarda sıklıkla ihtilaflara sebebiyet vermektedir. Çünkü her ne kadar günümüzde tarım araçlarının küçülmesi yönünde bir trend olsa da geçtiğimiz yıllarda tarım araçları giderek büyümüş ve tek seferde daha çok alan üzerinde çalışabilecek niteliklerde üretilmişlerdir. Dolayısıyla arazinin yol ile bağlantısı olsa da bu yol tarım aracının kullanımı için yeterli büyüklükte olmayabilecektir. İşte bu gibi durumlarda nispi genel yola çıkamama halinden bahsedilecek ve açılacak davada bu durum göz önüne alınacaktır.

  1. Komşu Arazi Geçit Hakkı Tesisine En Uygun Arazi Olmalıdır

Geçit hakkı tesisine konu olacak olan komşu arazinin diğer komşu araziler ile karşılaştırıldığında geçit hakkı tesisine en uygun olan ve bundan en az zararı görecek olan taşınmaz niteliğinde olması gerekir. Burada yapılacak olan değerlendirmeye esas teşkil edecek olan iki kriter en kısa yol ve en az gider kriterleridir. Fakat geçit tesis edilecek yer, o taşınmazın maliki için çok külfetli olacaksa, geçit yerinin uzun olmasına bakılmaksızın en az zarara sebebiyet vereceği arazinin malikine dava açılmalıdır[4].

  1. Uygun Bir Denkleştirme Bedeli Ödenmelidir

Geçit hakkı tesisi talebinde bulunan kimsenin komşu arazi malikine geçit hakkı tesisinin vereceği zarar karşılığında uygun bir denkleştirme bedeli ödemesi gerekir. Çünkü geçit hakkı tesisi ile söz konusu kısım üzerinde malikin tasarruf yetkisi kısıtlanacaktır. Bu durum ilgili bölümün kullanılmasının önüne geçebileceği gibi arazinin değerini de düşürecektir. Başvurucunun komşu arazi sahibi ile anlaşma yoluna başvurması halinde bu bedel taraflar arasında diğer seçenekte ise mahkeme tarafından belirlenecektir. Mahkeme keşif ve bilirkişi raporlarının doğrultusunda bedeli belirleyecektir. Belirlenecek olan bu bedel hükümden önce depo edilecektir[5]. Bu bedelin ne şekilde ödeneceği hususunda belirli düzenleme mevcut değilse de Yargıtay kararlarına göre bedelin tek seferde ödenmesi gerektiği kabul edilmiştir[6].

Komşu Arazi Üzerinde Ayni Hak Sahibi Olan Kimseler Açısından Geçit Hakkı Tesisi

Komşu arazi (taşınmaz) üzerinde başka kimselere tanınmış ayni haklar söz konusu olabilmektedir. Geçit hakkı tesisinin bu ayni hak sahiplerine zarar vermesi durumunda o kimselere de uygun bir denkleştirme bedeli ödenmesi gerekir.

Kesintisizlik İlkesi  

Geçit hakkı kurulması davalarında amaç, genel yola bağlantısı olmayan taşınmazların yolla bağlantısının sağlanmasıdır. Bu sebeple, geçit kurulurken ihtiyaç içinde olan taşınmazlar kesintisiz olarak genel yola bağlanmalıdır. Buna uygulamada “kesintisizlik ilkesi” denilir[7].

Davacıya Ait Taşınmazın Önceliği İlkesi

Geçit hakkı tesisi değerlendirilirken tarafların yarar ve zarar dengesi ele alındığından geçit hakkı kurulmasına ihtiyacı olan arazi malikinin, genel yola bağlantısı olan başka bir arazisi varsa, ilk olarak bu arazinin geçit hakkı için kullanılıp kullanılamayacağı değerlendirilecektir.

Görevli Mahkeme ve Taraflar

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun[8] 2. Maddesi uyarınca “Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.”. Dolayısıyla geçit davalarında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi olacaktır.

Son olarak bilinmelidir ki, mahkemenin geçit hakkı tesisi lehine verdiği kararın kesinleşmesi üzerine irtifak hakkı sahibi kendisi açıklayıcı tescili yaptırabilecektir[9].

[1] 22 Kasım 2001 tarih ve 24607 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu

[2] Oğuzman / Seliçi / Oktay-Özdemir, Eşya Hukuku, 12. Bası, s. 468.

[3] Özsunay, 1968, s. 34; Esener ve Güven, 2012, s. 242

[4] Yargıtay 14. HD. 30.03.1982 875/2018, 875/2018.

[5] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 25.09.2013, 2013/152 E., 2013/1394 K.

[6] Dinçbudak Solak, Mülkiyet Hakkının Komşuluk Hukuku Bakımından Kısıtlanması, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2018, s. 87.

[7] Yargıtay 14. HD. 06.11.2019, 2019/1975 E., 2019/7377 K.

[8] 4 Şubat 2011 tarih ve 27836 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu

[9] Oğuzman / Seliçi / Oktay-Özdemir, Eşya Hukuku, 12. Bası, s. 471.

Kambiyo Senetlerine Özgü Haciz Yolu ile İcra Takibi

Kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile icra takibi bir ilamsız icra yoludur. Kişinin bu takip yoluna başvurulabilmesi için alacağının bir kambiyo senedine bağlanmış olması zorunludur. Kambiyo senetlerinden kasıt Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlendiği üzere poliçe, bono ve çektir. Kişinin alacak hakkı herhangi bir kambiyo senedine dayanmıyorsa bu durumda kişinin genel takip yollarına başvurması gerekir.

Bu bilgi notumuzda sizlere kolaylık olması açısında kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile icra takibini genel hatlarıyla ele aldık.

1.Takip Talebi

Kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile icra takibini başlatmanın ilk adımı takip talebinin oluşturulmasıdır. İcra ve İflas Kanunu (“İİK”) m. 50 uyarınca yetkili icra dairesi genel haciz yoluyla takibe ilişkin hükümler yoluyla tespit edilecektir. Takip talebi genel haciz yoluyla takipteki esaslara uygun olarak doldurulacaktır. Ek olarak kambiyo senedinin aslının da takip talebine eklenmesi zorunludur. Takip talebine eklenen kambiyo senedinin aslı 5 günlük itiraz süresince icra dairesinde kalacaktır. Bu süre dolmadan senet icra dairesinden alınırsa takip borçlusu ödeme emrinin iptal edilmesini talep edebilir. Takip borçlusunun başvuracağı bu yol şikâyet yolu olup 7 günlük süreye tabidir. Bu şikâyet sonucu ödeme emri iptal edilir. Fakat takip alacaklısı senedin aslını icra dairesine vererek yeni bir ödeme emri düzenletebilir.

Bazı hallerde kambiyo senedinin yanında ödememe protestonun da takip talebine eklenmesi şarttır. Bu hallerde protesto ve kambiyo senedinin birlikte varlığı icra hukuku gereği kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takip hakkının varlığını belirler. Fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere her halde ödememe protestosunun varlığı aranmayacaktır. Bu bilgi notumuzda hangi hallerde ödememe protestosuna yer verilmesi gerektiği hususu ele alınmayacaktır.

2. Ödeme Emri

Gerekli şartların oluşması halinde icra müdürü ödeme emrini takip borçluna gönderir (İİK m. 168/1).  Ödeme emrinde bulunması gereken hususlar İİK m. 168’de ele alınmıştır. Bunlar:

  • Takip talebine yazılması lazım gelen kayıtlar;
  • Borcun ve takip masraflarının 10 gün içinde ödenmesi gerektiğinin ihtarı;
  • Senet kambiyo senedi niteliklerini taşımıyorsa 5 gün içerisinde şikâyet yoluna başvurulması gerektiğinin ihtarı;
  • Senetteki imza takip borçlusuna ait değilse 5 gün içerisinde bir dilekçe ile icra mahkemesine imzaya itiraz yapılması gerektiği; aksi halde imzanın kendisine ait olduğunu kabul edileceği veya imzayı haksız yere inkâr ederse de takip konusu alacağın %10’u oranında bir para cezasına ve ayrıca İİK. m. 170 gereğince yüzde yirmi oranında inkâr tazminatına mahkûm edileceği ve icra mahkemesinden itirazın kabulüne dair bir karar getirmediği takdirde cebri icraya devam edileceğinin ihtarı;
  • Takip borçlusu borcun ifa edildiği, farklı bir miktarda olduğu, borcun zamanaşımına uğradığı, kendisine ait olmadığı veya icra dairesinin yetkili olmadığı yönünde itiraz ediyorsa gerekçeleriyle birlikte 5 gün içerisinde icra mahkemesine itirazda bulunması gerektiğine ve icra dairesinden itirazın kabulünü gösteren bir karar getirmedikçe de cebri icraya devam edileceğinin ihtarı; ve
  • İtiraz edilmez ve borç da ödenmez ise 10 gün içinde mal beyanında bulunulması gerektiği; borçlu mal beyanında bulunmazsa İİK. m. 76’nın uygulama alanı bulacağının ihtarıdır.

3. Ödeme Emrine İtiraz ve İncelenmesi

Ödeme emri kendisine tebliğ edilen takip borçlusu imzaya itiraz ve borca itiraz yollarına başvurabilecektir. Bunlar yanında icra müdürünün takip hukukuna aykırı bir işlemi söz konusu ise bu durumda da şikâyet yoluna söz konusu olabilecektir. Takip borçlusu itirazını ödeme emrinin tebliğinden itibaren 5 gün içerisinde yapmak zorundadır.

3.1. İmzaya İtiraz

Borçlu, kambiyo senedindeki imzanın kendisine ait olmadığını iddia ediyorsa bu iddiasını, açıkça ve diğer itirazlarından ayrı bir şekilde ayrıca icra mahkemesine ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 5 gün içerisinde bildirmelidir. İmzaya itiraz edilmemesi durumunda kambiyo senedindeki imzanın takip borçlusunun imzası olduğu kabul edilir. Uygulamada zaman zaman temsil yetkisinin olmaması sonucu imzaya itiraz şeklinde itirazlar yapıldığına şahit olmaktayız. Bilinmelidir ki, söz konusu durumlarda imzaya itiraz değil borca itiraz yoluna başvurulmalıdır. Şöyle ki, bu durumlarda iddia edilen husus söz konusu imzanın sahteliği olmayacaktır. İtiraz ile iddia edilecek olan husus bu imza sonucu takip borçlusu olan gerçek ya da tüzel kişinin sorumluluk altına girmesinin mümkün olmayacağıdır.

İİK m. 170/1 uyarınca, imzaya itiraz, satış dışında herhangi takip işlemini durdurmayacaktır. İİK m. 170/2 uyarınca, itiraz üzerine icra mahkemesi duruşmadan önce incelemede yapacaktır. Bu incelemede itirazın ciddi olduğu yönünde bir kanaate varılırsa icra takibinin geçici olarak durdurulmasına, evrak üzerinden karar verilebilecektir. İcra mahkemesinin yapacağı değerlendirmede İİK m. 68/a göz önüne alınacaktır.

3.2. Borca İtiraz

Kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile icra takibinde tebliğ edilen ödeme emrine karşı başvurabilecek olan borca itiraz yolu İİK m. 169 ve 169/a’da düzenlenmiştir. Borçlu takip talebine sebebiyet veren kambiyo senedinden dolayı borçlu olmadığı veya talepte belirtilen bedel kadar borçlu olmadığı iddiasında ise bu iddiasını ödeme emrinin kendisine tebliğinden sonra 5 gün içerisinde icra mahkemesine yapmalıdır.

Borçlu borcu ifa ettiğini, borçlu olmadığını ya da borcun ertelendiğini ancak resmi bir belge veya takip alacaklısı tarafından ikrar edilmiş bir belgeye dayanarak ispat edebilecektir. Bu husus İİK m. 169/a’da düzenlenmiştir.

3.3. Ödeme Emrine Karşı Özel Şikâyet

İmzaya ve borca itiraz dışında özel şikâyet yolları da öngörülmüştür. Senedin kambiyo senedi vasıflarına haiz olmadığı, alacaklının takip hakkına sahip olmadığı, kambiyo senedinde borçlu olmayana karşı takip yapıldığı veya ödememe protestosunun gereklilik arz ettiği hallerde ve fakat protesto çekilmediği hallerde icra mahkemesinde şikâyet yoluna başvurulabilecektir. Fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere, senedin aslının takip talebine eklenmemesi durumunda özel bir süre öngörülmediğinden şikâyet süresi 7 gündür.

4. Mal Beyanı

Tebliğ edilen ödeme emrine itiraz edilmez ve borç da ödenmez ise 10 gün içinde mal beyanında bulunulması gerekir. Ödeme emrinde takip borçlusunun zamanında mal beyanında bulunmaması veya yaptığı mal beyanı gerçeğe aykırı nitelikte olması durumunda kendisinin hapis cezası ile cezalandırılacağı da ihtar edilir. Bu durumda takip alacaklısı süresi içinde mal beyanında bulunarak takip prosedürüne uygun davranmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken iki önemli husus vardır:

  • Borçlu borcunu karşılayacak kadar olan mal beyanında bulunmak zorundadır. Dolayısıyla tüm malların beyanı gerekli değildir.
  • Borçlunun bir malvarlığı veyahut geliri bulunmasa dahi bunların bulunmadığına ilişkin de mal beyanında bulunması gerekir.

5. Ödeme Emrine Karşı Konulmaması Durumunda Ne Olur?

Ödeme emrinin tebliğinden itibaren 5 günlük itiraz ve şikâyet sürelerinin dolmasının ardından borçlunun takip konusu kambiyo senedinin bedelini ödemesi için 5 günlük bir süresi vardır. Kısacası toplamda 10 günlük süre sonunda borcun ödenmesi gerekir. İİK m. 168’e göre, borç ödenmez ve mal beyanında da bulunulmazsa takip borçlusu hapis cezası ile cezalandırılacaktır.

6. Haciz

Takibin kesinleşmesinin ardından borçlunun borcunu ödememesi halinde takipteki bir sonraki aşama olan haciz aşamasına geçilir. Haciz, icra dairesi tarafından alacaklının talebi üzerine alacakların temini için borçlunun borcu karşılayacak miktar ve değerdeki mallarına ve haklarına hukuken el konulmasıdır. Bu tanım esasında kesin haczi açıklasa da diğer haciz türlerine de ışık tutmaktadır.

6.1. Haciz Talebi

Alacaklı takibin kesinleşmesi ile haciz talebinde bulunabilme hakkını kazanır. Haciz, ödeme emrinin kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içerisinde mal beyanı beklenmeden istenebilir. İİK m. 59’a göre, taleple birlikte haciz için gerekli giderler alacaklı tarafından ödenmelidir.

6.2. Haczin Yapılması

Borçlunun hacze engel olabilmesinin tek yolu borcu ödemesidir. Borçlunun haciz sırasında yapacağı ödeme sonucu haciz yapılmayacaktır. Gerek taşınır gerekse taşınmaz malların haczi sırasında icra müdürü tarafından bir haciz tutanağı tutulur. Bu tutanağın içeriğine ilişkin bilgiler İİK m. 102’de verilmiştir.  Haciz mahallinde haczedilebilecek hiçbir mal bulunamazsa kesin aciz belgesi düzenlenir. İİK m. 105’e uyarınca ise, haciz mahallinde haczedilen malların alacağı ve giderleri karşılamaması halinde ise geçici aciz belgesi verilecektir. Uygulamada “103 davetiyesi” olarak adlandırılan davetiye ile haciz sırasında hazır bulunmayan alacaklı ve borçluya 3 gün içinde haczedilen malları ve tutanağı incelemeleri ve varsa şikayetlerini iletmeleri için davetiye gönderilir. İİK m. 103 uyarınca, 103 davetiyesi takip borçlusuna gönderilmeden satış yapılamayacaktır.

7. Satış Talebi

Türk hukukunda haczedilen malların doğrudan doğruya takip alacaklısına verilmesi söz konusu olmayacaktır. Buna göre haczedilen mal para değilse alacaklı veya borçlu tarafından haczedilen malın paraya çevrilmesinin talep edilmesi gerekir. Fakat belirtmek gerekir ki bu durumun istisnaları da vardır.

İİK m 59 uyarınca, satış talebin de bulunan kimsenin satış giderlerini peşin olarak ödemesi gerekir. İİK m. 106’da alacaklının haczedilen taşınır malın ve alacakların satışını kesin haciz tarihinden başlayarak 6 ay içerisinde isteyebileceği düzenlenirken taşınmazlar için bu süre 1 yıl olarak düzenlenmiştir. Haczedilen taşınır ve taşınmazların satış usulleri bu yazının konusu olmaması sebebiyle ele alınmayacaktır.

14.02.2011 tarih ve 27846 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu

19.06.1932 tarih ve 2128 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu

Pekcanıtez H. / Atalay O. / Sungurtekin Özkan M./ Özekes M. “İcra İflas Hukuku Ders Kitabı”, İstanbul 2019: Vedat Kitapçılık, s. 239.

Helvacı M: Kambiyo Senetlerine Özgü Takip Yolları, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 71 (2), İstanbul, 2013, s. 170-171.

Kuru, B. / Arslan, R. / Yılmaz, E. “İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2014: Yetkin Yayınları, s. 389.

Kuru, B. / Arslan, R. / Yılmaz, E. “İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2014: Yetkin Yayınları, s. 391.

Arslan, R. / Yılmaz, E. / Taşpınar Ayvaz, “İcra ve İflas Hukuku”, 2. Baskı, Ankara 2016: Yetkin Hukuk Yayınları,
s. 2019.

Kuru, B. / Arslan, R. / Yılmaz, E. “İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2014: Yetkin Yayınları, s. 392.

Öztan, s. 881; Pekcanıtez / Atalay / Sungurtekin Öztan / Özekes, s. 246-247. Helvacı, s. 182.

Arslan, R. / Yılmaz, E. / Taşpınar Ayvaz, “İcra ve İflas Hukuku”, 2. Baskı, Ankara 2016: Yetkin Hukuk Yayınları, s. 153.

Arslan, R. / Yılmaz, E. / Taşpınar Ayvaz, “İcra ve İflas Hukuku”, 2. Baskı, Ankara 2016: Yetkin Hukuk Yayınları, s. 353.

Pekcanıtez H. / Atalay O. / Sungurtekin Özkan M./ Özekes M. “İcra İflas Hukuku Ders Kitabı”, İstanbul 2019: Vedat Kitapçılık, s. 250.

Arslan, R. / Yılmaz, E. / Taşpınar Ayvaz, “İcra ve İflas Hukuku”, 2. Baskı, Ankara 2016: Yetkin Hukuk Yayınları, s. 357.

Pekcanıtez H. / Atalay O. / Sungurtekin Özkan M./ Özekes M. “İcra İflas Hukuku Ders Kitabı”, İstanbul 2019: Vedat Kitapçılık, s. 251.

Arslan, R. / Yılmaz, E. / Taşpınar Ayvaz, “İcra ve İflas Hukuku”, 2. Baskı, Ankara 2016: Yetkin Hukuk Yayınları, s. 235.

Arslan, R. / Yılmaz, E. / Taşpınar Ayvaz, “İcra ve İflas Hukuku”, 2. Baskı, Ankara 2016: Yetkin Hukuk Yayınları, s. 237.

Pekcanıtez H. / Atalay O. / Sungurtekin Özkan M./ Özekes M. “İcra İflas Hukuku Ders Kitabı”, İstanbul 2019: Vedat Kitapçılık, s. 150.

  • 1
  • 2
© Tüm hakları saklıdır. 2022 Aktay Hukuk Bürosu | K.V.K.K.